Cumartesi Anneleri’ne Kırmızı Bir Karanfil…

23 Ekim 2014 Perşembe

İstanbul’a “Cumartesi Anneleri” ile buluşmaya gelen Arjantin diktası mağduru bir “Plaza de Mayo” annesiyle konuşmuştum yıllar önce…
Ta Arjantin’den onları buraya getiren gücü sormuştum...
İçlerinden biri bunu bana; “Arjantin gazetelerinde Cumartesi Anneleri’nin öykülerini okuduk!” diyerek anlatmıştı:
“Ama o annelerin yüzlerini, gözlerini görmek, ellerine dokunmak başka bir tecrübe oldu bizim için. Bir ana yüreğinin bir başka ana yüreği ile, acının acıyla buluşması bu. Galatasaray’daki eylemden çok etkilendik. Kayıp çocukların yerdeki resimleri, üzerlerine serpiştirilen çiçekler, mumlar, gelip geçenin yüzündeki derin saygının ifadesi... Bunun yanı sıra polislerin tepkisi ve eylem yerine yığılan güvenlik güçlerinin sayısı bizi şaşırttı. Bizim ancak dikta yıllarında gördüğümüz bir manzaraydı bu. Demokrasiye geçtiğimiz 1983’ten beri anneler, Arjantin’de serbestçe gösteri yapıyor. (Buenos Aires’te düzenlenen gösteriler) Başkanlık sarayı önünde olmasına rağmen, biz böyle yoğun güvenlik güçleri yığılmasıyla karşılaşmıyoruz. Kimse gösterimize ilişmiyor. Yalnız insan haklarına saygı adına yapılan bir mücadele bu çünkü. Bir siyasi görüş, siyasi mücadele adına yürütülmüyor bu eylem. Tek itici gücümüz var; o da acı…”
“Acının gücünü” şöyle ifade etmişlerdi:
“Bu kadere bizi mahkûm edenler, yaşını başını almış, kendi halinde kadınları yıllar süren bir mücadeleye sürükleyebileceklerini hiç düşünmediler. Zaman acıları gömer, içimize akıtır sandılar. Ana yüreğinin gücünü anlamadılar. Ve yanıldılar.”
“Zaman” annelerin acısını hiç azaltmıyor işte ve de gömmüyor.
Takvimden eksilen her cumartesi, acıyla.. “annelerin mücadelesini” büyütüp katlıyor.
“Cumartesi Anneleri” bu cumartesi de eylemlerinin 500. haftası için gene Galatasaray Lisesi önünde olacak.
Köşemi bugün onların bitmeyen, azalmayan “acı”larına ve 500. hafta için yaptıkları “kırmızı karanfil” çağrılarına ayırıyorum.

Kaybedilmek İstenen İnsanlığımızdır…
“Yeri kana, göğü feryada doymayan bu diyarda, 499 haftadır İstanbul’un en işlek yerinde, Cumartesi Meydanı’nda oturuyorlar. Aslında oturmaya, bundan 1013 (bin on üç) hafta önce 27 Mayıs 1995’te başladılar. Devletin, gözaltında kaybetme politikasıyla yönetildiği günlerdi. Başlangıçta beş altı kayıp yakınıydılar. Umutsuzluklarını, yaşadıkları belirsizlikleri bir araya gelerek, paylaşarak mücadeleye dönüştürdüler. Çoğaldılar, zira çoktular. Talepleri çok netti:
1) Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.
2) Kayıpların akıbeti açıklansın.
3) Kaybedenler yargılansın.
O zamanlar oturmak da pek kolay değildi. 15 Ağustos 98’de 170. haftada devletin sabrı taşmaya başladı. 30 hafta boyunca, dağıtma, polis şiddeti ve gözaltılarla boğuştular. Nezarethanede oturmaya dönüşen cumartesiler, travmanın artarak tekrarlanmasına sebep oluyordu. Sürdürülemez durum karşısında 13 Mart 99’da, 200. haftada ara vermek zorunda kaldılar.
Devletin bir zelil yöntemi teşhir edilmiş, gözaltında kaybetme yöntemi büyük ölçüde terk edilmek zorunda kalınmıştı. Bazı aileler kayıplarının akıbetini öğrenme ‘şans’ına eriştiyse de çoğu için bu gerçekleşmedi. Adaletin kalan kısmı ise hak getire...
Yani kendilerinden çok bize faydaları dokundu. Gözaltında kaybolmamızı engellemiş oldular.
Ergenekon yargılamaları ile birlikte, yargılamanın 12 Eylül dönemi ve 90’lara uzanma ihtimalinin belirdiği günlerde, yeniden oturmayı ve yarım kalan adalet talebini hatırlatmayı görev bildiler. 31 Ocak 2009’da tekrar oturdular.
Sorumluluk makamındakilerse, adalet yerine gözyaşlarını, ne demekse ‘acı paylaşımları’ koymaya çalıştılar. Ardından adalet gelmeyince, acılarının suiistimal edildiğini düşünmemiş olabilirler mi? Helalleşme adlı hileli terazilere, adı konmamış gizli aflara karınları tok. Talep ettiklerinin tek bir adı var, sıfatsız, sanatsız tek bir adı... ADALET...
Tekrarlayalım; istenen öncelikle kayıplarının akıbeti... Akıbet dediğimiz de çoğunlukla KEMİK... Ayıp... Sonra ise suçun cezasız kalmaması. Devlet Baba’nın kendi çocuklarını adalete teslim etme, çocuklarından geri kalanı da Cumartesi Anneleri’ne teslim etme zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Suçsuz yere ceza çekenler, kimi zaman cezalarının suçunu arar. Sokağa çıkıp kırdıklarında, döktüklerinde, keşke yapmasalar diye geçiriyorsunuz ya bazen içinizden; onlara yapma diyebilecek tek ses ADALET’in sesidir. Onlar 499 haftadır hiç yakıp yıkmadılar. Adalet, Cumartesi Meydanı’na konuşarak '69şe başlarsa, o ses her meydandan duyulur. Hiç endişeniz olmasın.
Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları, 25 Ekim Cumartesi günü 500 haftadır oturuyor olacaklar. 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar. Aslında 500 haftadır bizi arıyor, bizi soruyorlar.
Elimizde bir dal kırmızı karanfille, saat 12:00’de yanlarında durabilelim hiç değilse. Seslerini çoğaltalım. Bu cumartesi ve her cumartesi...”

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları