Dünyayı Bölen Bir Duvar Vardı…

06 Kasım 2014 Perşembe

Berlin Duvarı öncesi dünyanın, tarihin arkeolojisine gömüldüğünü ilk kez gerçek manada St. Petersburg’un “Devrim Müzesi”ni gezerken anladım.
Bundan birkaç yıl önce St. Petersburg’a gittiğimde en çok görmek istediğim yerlerden biri, görkemli saraylarla beraber, “Doğu” ve “Batı” diye dünyayı ikiye bölen Bolşevik devrimi ve Sovyetler’in anlatıldığı “Tarih Müzesi” olmuştu.
“Devrim” tarih sahnesine çünkü ilk kez bu kentte çıkmış; dünyaya da ardından 72 yıl damga vurmuştu…
20. yüzyılın neredeyse tümünü kapsayan ve büyük bir “çığır açan” olguyu, bire bir doğduğu kentte anlatan müze önemli olmalıydı.
Ama gideceğim yerin adresini aramaya koyulduğum andan itibaren; bulunduğum kentte… 1989 öncesinin bütün referanslarıyla beraber “milat öncesi” denebilecek uzaklıkta bir maziye gömüldüğünü anladım.
Rehber kitapçıklarında bahsedilen müzeden, “yeni Ruslar” haberdar değildi.
Uzunca bir araştırmadan sonra müzeye adım attığımda; tombul, akça pakça; Sovyet devriminden kalmış gibi duran yaşlı başlı Rus kadınlarının bekçilik ettiği salonlarda neredeyse tamamen yalnız olduğumu gördüm. İçerde, kendi tarihlerini öğrenmeye gelen okul çocukları dahi yoktu…
Halka dokunan ilk lider
Oysa Sovyet ihtilalinin merkez komitesi burada kurulmuştu.
Lenin St. Petersburg halkına ilk kez buradan seslenmişti.
Pravda’nın ilk haber merkezi bile buradaydı…
Hadi bunlara “taş devri” diyelim…
Ama günümüz Rusyası’nın temellerini atan “Glasnost”, “Perestroika” ve Gorbaçov’a dair malzemeler de kimsenin ilgisini çekmez miydi?
O müthiş “değişim yılları” dahi tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştı.
Tek başıma Gorbaçov’un siyah beyaz videolarını izlediğim salonlar, dün gibi aklımda.
Kızıl Meydan’daki resmi geçit törenlerinde birer mumya gibi kaskatı duran diğer Sovyet liderlerinden farklı olarak ilk kez halkın arasına giren; halka dokunan, halkla konuşan “Gorbi”yi anlatan videoları burada izlemiştim…
O yıllarda “Batılı” yaşam tarzlarına tutkuyla merak saran ve Moskova’da açılan ilk Batı markası Lancome önünde uzun kuyruklar oluşturan Rusların geçirdiği dönüşümü gene burada gördüğüm belgesellerde takip etmiş, insanlığın bir bölümü için yaşamın en büyük mutluluğunun sadece bir parfüm kutusu olabildiğini burada hatırlamıştım.
Gorbaçov’u uyandırmamışlar
Duvarın çöküşünden 25 yıl sonra dünya o günlerin bilançosunu çıkarmaya çalışıyor.
Dile kolay, çeyrek asır geçmiş.
Duvarın yıkılışının başkahramanı Gorbaçov, bugünden geri dönüp baktığında, o anı hâlâ sürpriz duygusuyla anıyor.
“9 Kasım 1989 gecesi duvar yıkılmaya başladığında, Moskova’da gecenin ilerleyen saatleriydi. Ben uyuyordum” diye anlatıyor dünyayı değiştiren o saatleri…
Ne denli “halka karışan ilk Sovyet lideri” olursa olsun, yakın tarihin en büyük olayı yaşanırken; kimse yanına girip “Gorbi”yi uyandırmaya cesaret edememiş!
Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, Berlin’i bölen duvarın düştüğünü sabah uyanınca öğrenmiş.
“Yaşadığım sürpriz ve şaşkınlık duygusunu hatırlıyorum” diyerek o anı belleğinde tazeliyor Gorbaçov: “Aynı anda içimde bir duvarın yıkıldığını da hissettim. Ama Berlin Duvarı’nın bu denli hızla yıkılacağını hiç tahmin etmemiştik.”
O dönemi yaşayıp hayatta olan tüm liderlerin -ister Doğu’da, ister Batı’da olsun- söyledikleri şey hep aynı: “Büyük şok oldu. Beklemiyorduk. Duvarın yıkılışına tanıklık edeceğimizi hiç düşünmemiştik!”
Duvar ’79’da yıkılmaya başlamış
Herkesi etkileyen bu hayrete karşın, bugünden dönüp geri bakan tarihçiler, duvarın çöküşünü hazırlayan faktörlerin gerçekte çok önceden olgunlaşmaya başladığını söylüyor.
Ünlü tarihçi Niall Ferguson örneğin, Berlin Duvarı’nı yıkan şartların, on yıl öncesinde 1979’da boy vermeye başladığını aktarıyor.
Ferguson da diğer tarihçiler gibi, bu ağır çekim çöküşü hazırlayan olaylar zincirini; -çıkardığı yüklü fatura nedeniyle- Sovyetler’in 1979 Afganistan işgali ile başlatıyor.
Ancak Ferguson, günümüz dünyası üzerinde bıraktığı kalıcı izler açısından, en az Berlin Duvarı’nın çöküşü kadar önemli olan İran İslam Devrimi’nin gene o yıl, 1979’da yaşandığını hatırlatıyor.
Çin’in bugün hâlâ devam eden kapitalistleşme sürecinin tohumlarının, keza gene o yılda atıldığını belirtiyor.
Vahşi kapitalizm bağlamında İngiltere’de “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” reformlarını başlatan Thatcher’ın aynı şekilde, 1979’da işbaşına geldiğini; üç yıl arayla ABD’de aynı liberal düzenin bir numaralı sözcülüğünü yapan Reagan’ın dümene geçtiğini anlatıyor.
Kısaca “komünist düzen” ve “fikirlerin” gazının 1979’da bittiğini ve Berlin Duvarı’nın çöküşünün de esasen bu yüzden ’89’da değil, ta on yıl öncesinde ’79’da başladığını söylüyor.
On yıl süresince gerçekte duvar taş taş çözülmüş…
Ama olayın aktörleri Gorbaçov gibi her şey olup bittikten, tarih çarklarını çalıştırdıktan sonra uyanmışlar…
Buradan devam…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları