Rus ayısının uzun tırnakları

03 Aralık 2015 Perşembe

Kırım’a en son üç yıl önce gittim.
Çeşitli vesilelerle Kırım’ı görmeye beni iten etken, burada tarihin inanılmaz bir “bitmemişlik, sonuçlanmamışlık” duygusu vermesiydi…
2012 güzü başındaki son seyahatimde Kırım’ın aslında yeniden el değiştirip “Rus egemenliğine geçeceğine” dair hiçbir işaret yoktu.
Ama gördüğüm her şey, tarihin beklenmedik, trajik gelgitleri olduğunu ve bu yarımadanın da o gelgitlere hep tanıklık ettiğini gösteriyordu.
Kırım deyince ilk aklıma gelen yer, II. Çar Nikola’nın Yalta’daki Livadya sarayı örneğin… Son Rus Çarı, Karadeniz’e bakan bu sarayı, ailesi ile yazlarını geçirmek için 1911’de yaptırmış ama burada dört yaz yaşayabilmiş…
I. Dünya Savaşı çıkınca, bir daha buraya dönememiş.
“Sovyet devrimi” olmuş, sonra da ailesiyle “kurşuna dizilmiş”.

Tarihin sıfırlandığı yer
“(Livadya’ya) baktıkça” diye yazmışım o Kırım seyahati notlarında; “Çarın kendisini bekleyen sondan ne kadar uzak ve habersiz yaşamış olduğunu düşünüyor. Salonlardan birinde heykeli duran mitoloji kahramanı Penelope’nin öyküsü gibi burada her şey. Ördüğü örgüyü her gece söken ve sabah yeniden örmeye başlayan Penelope’nin mitolojideki serüveni gibi tarih burada bir asır boyunca birkaç kez sıfırlanmış.”
II. Dünya Savaşı’nın sonunda da nitekim Churchill, Roosevelt ve Stalin pasta keser gibi, Avrupa’yı “Doğu” ve “Batı” diye burada bölüşmüşler.
Kırım, o derece feleğin çemberinden geçmiş bir yer.
Kırım Savaşı’nın yaşandığı Sivastopol’u da unutmamak lazım…
Sivastopol’a girerken daha insanı Osmanlı donanmasını Sinop’ta batırarak (1853) savaşa yol açan amiral Nahimov’un heykeli karşılıyor.
Kent sırtlarındaki “Panorama müzesinde”, “büyük güçler kapışmasına dönüşen” savaş anlatılıyor.
Tüm şehir bir buçuk küsur asır öncesindeki Kırım Savaşı’nın gölgesinde yaşıyor.

‘Hasta adam’ı Ruslar taktı
Dün ve bugün arasında sınırları Rus coğrafyasında bir çırpıda kaldıran bir başka tarih kenti de St. Petersburg…
Kurucusu Deli Petro kadar… doğma büyüme St. Petersburglu olan olan Putin’le özdeşleşen bu kentin sarayları, Rus imparatorluğunun yükselişiyle at başı giden Osmanlı’nın çöküşünü sergiliyor.
“Çarların Versailles”ı diye tanıtılan Peterhof sarayının “taht” ve “arz salonları” örneğin Osmanlı donanmasının Çeşme’de yakılmasını konu alan “Çeşme tablolarıyla” dolu.
II. Katerina Avrupa’yı malum turlayarak, Rus donanmasını Baltık’tan dolaştırmış ve Osmanlı’yı Çeşme’de vurmuş (1770). Üç aylık Rus seferinin haberi Babıâli’ye ulaşmış ama Rusların bunu yapabileceğine inanmayan Osmanlı, tehdide aldırmamış. Sonunda donanma Çeşme’de yanmış…
Osmanlı donanmasının kül oluşunun sahne sahne hâlâ Çarlık sarayı salonlarında teşhir edilmesinin sebebi, “Çeşme savaşı”nın Rusya’nın Karadeniz yayılmacılığında dönüm noktası olması…
Rusya’nın bu kilit zaferini Osmanlı’nın parçalanmasını tetikleyen 1774’teki Küçük Kaynarca izliyor.
II. Katerina, 9 yıl sonra 1783’te, Deli Petro’dan beri çarların düşü olan Kırım’ı ilhak ediyor.
O gün bugün… Tüm Rus büyüklerinin işte kalbi “sıcak denizler” ve “Karadeniz” aşkıyla atıyor.
Putin de bu aşkı gönlünden atamadı ve 2014 kışında “ecdadı Katerina’ya yaraşır şekilde”; yarımadaya “üniformasız hayalet birlikler sokarak”, 231 yıl sonra Kırım’ı yeniden fethetti. Tarih tekrar sıfırlanmış oldu.
Suriye faslı, Kırım’la açılan bu “yeni Rus genişlemeciliğinin” son sayfası.
Rus genişlemeciliğinin, tarihte hep Osmanlı’nın küçülmesine denk düştüğü, “hasta adam” lakabını Osmanlı’ya Rusların taktığı hatırlanacak olursa; “Su-24 krizi”nin nasıl bir Pandora kutusu araladığı hakkında fikir edinilebilir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları