Korkuya teslim olmak

17 Mart 2016 Perşembe

Yurtdışında “Türkiye’ye gidiyorum!” dediğinizde, insanlara şöyle bir kal geliyor.
Önce bir an işittiklerini doğru duyup duymadıklarını teyit etmek istercesine boş boş bakıyorlar.
Sonra endişeyle; “Ciddi misin?”, “Sahi mi?”, “Gidecek zamanı mı buldun?”, “Niye?”, “Şart mı?”,“Erteleyemez misin?” gibi diziyle soru sıralıyorlar. Bazıları lafı uzatmadan, “Korkmuyor musun?” diye soruyor.
Türkiye denince insanların aklına çünkü artık yalnız “terör” ve “ağır baskı” geliyor.
30 küsur yıllık gazeteciliğimde Türkiye’nin adının bunca yoğun korkuyla özdeşleştirildiği ve anıldığı başka dönem yaşamadım.
Roma’dan uçağıma önceki gün bu düşüncelerle bindim.
Uçakta Türkiye yolcusu yabancı yok gibiydi. Yeşilköy’de pasaport polisinin önü hiç görmediğim denli boştu.
İlk defa Atatürk Havaalanı’ndan bu kadar hızlı çıktım. İş çıkış saati olmasına rağmen, jet hızıyla eve ulaştım. Yollar boştu. Trafiğe hiç takılmadım.

Mücadele ‘dua’ya kaldı
Uçağa binerken edindiğim ve giderek incelen “gazete destesinde”, Fenerbahçe Teknik Direktörü Vitor Pereira’nın bile Türkiye’den “güvenlik endişesiyle” artık ayrılmayı düşündüğünü okudum.
Tıpkı GS’de oynayan Lukas Podolski gibi... Edirne’den şilteyi öte yana fırlatabilen herkesin ilk fırsatta gitmek istediği bir ülkeden tası tarağı toplayan elin futbolcusuna kim kızabilir ki?
Televizyona bakın. Az önce bir Kızılay röportajı izledim.
“Umudum hiç yok” diyordu orta yaşlı bir kadın; “Çünkü gene olabileceğini düşünüyorum. Birileri terörle bir şeyleri dizayn etmeye çalışıyor. Kendimi güvende hissetmiyorum.”
Posta kutuma gelen notlara bakıyorum. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den bir “dua çağrısı”:
“Vatandaşlara birlik, beraberlik, dayanışma” çağrısında bulunan Görmez “bu cuma sabahı milletimizin bütün fertlerini camilerimizde dualarımızı birleştirmeye” davet ediyor!

Cumhuriyetin tutkalı nerede?
Paris’te terör saldırılarının ardından Fransızların verdiği tepki ile bizdeki bu tepkilerin ne kadar farklı olduğunu düşünüyorum.
Hani, “Orada biri ölünce dünya ayağa kalkıyor, biz ölünce kimse aldırmıyor” deniyor ya... Bu felaketlerde onlar ne yapıyor... Biz ne yapıyoruz, bir de ona bakalım...
Kilisede cenazeler dışında, “vatandaşlara” böyle dini kurumlar üzerinden bir “milli birlik, beraberlik dua çağrısı” yapıldığını hiç hatırlamıyorum. Ankara gibi bir yıl içinde birden fazla terör darbesi alan başkent Paris’te; Fransızlar, “milli birlik, beraberlik, dayanışma” duygularını pekiştirmek için hemen başkentin “cumhuriyet” simgesi “Republique” Meydanı’na koşmuşlardı.
“Charlie Hebdo” için burada büyük bir gösteri yapmışlardı. “Bataclan” saldırıları ardından ise “güvenlik gerekçesiyle” gerçi bir resmi yürüyüş yapamadılarsa da, yurttaşlar gene kendi inisiyatifleriyle buraya koştular.
“Fransa Cumhuriyeti’ne” olan aidiyet duygularını “Fransız bayrakları” ve ulusal marşları “Marseillaise” üzerinden ifade ettiler.
Korkuya meydan okuyarak gitmeye devam ettikleri restoranların, kahvelerin, maçların, konserlerin resimlerini sürekli her yerde yayımladılar.
Türkiye, Ankara’daki 3. saldırının ardından korkuya teslim oluyor. Fransa’daki gibi bizde sarılacak güçlü seküler referanslar (artık ne yazık ki!) yok. Ulusal referanslar da zayıflıyor. Geriye kalıyor sade din.
Bırakın Cumhuriyet simgelerine tutunmayı, vaktiyle Cumhuriyet mitingleri düzenleyenler bile bugün o mitinglerden utanır, özür diler hale geldiler...
İnsanların gözünün kaşının sürekli oynadığı bir yer Türkiye. Güçlü bir rüzgârda her şey başka bir yöne evşiriliyor.
Tek tek hayatlarının, olayların ve kurumların bu yüzden bir ağırlığı olamıyor.
Kendinizi siz “özgül ağırlığınızla” ciddiye almayınca, başkaları hiç almıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları