Azra Erhat ‘Kuşağı’

08 Haziran 2015 Pazartesi

‘Kuşağı’ dedim, çünkü tek tek anılmaktan hiç hoşlanmazlardı!
Herhangi bir edim, bir eser, içlerinden sadece birinin ürünü olsa bile, onlar isterlerdi ki, tümüne birden ait sayılsın.
Sanki ortak emek ya da ‘imece’, hayat damarlarından biriydi.
Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Mualla Eyuboğlu, Vedat Günyol, Azra Erhat ve ötekiler…
Hem tek başlarına, hem de birlikte çalıştılar. Birlikte ve tek başlarına yazdılar, çizdiler, yonttular; hep birlikteliklerini tek başınalıklarının, tek başınalıklarını da birlikteliklerinin potalarında yoğurdular. Aslında tek tek ele alındıklarında, hepsi de bu topraklara egemen iklimin çok ender gördüğü güçte birer birey’diler. Ama bu bireyliklerinin kaynağını hep ortak bir Aydınlanma düşüncesinde ve idealinde, imecelerin üretkenliğinde aradıkları –ve de buldukları– için, sonunda yaşadıkları toplumda belki de kendilerine sürekli ‘Ben’ demeye en layık olan ‘Biz’lerden oluşma bir kuşak yarattılar.

Sonsuz bir imecede birleşmek
Bir Azra Erhat düşünün, vasiyetinde bile şunu demiş olsun: “İleride adıma bir ödül falan konulacak olursa, mutlaka Balıkçı da beraber olsun!” Evet, böyle der, çünkü Azra Erhat için Balıkçı, ölümden öteye de onun yol göstereni ve hocasıdır.
Bugün adına özlem ve hüzünle ‘Cumhuriyet Aydınlanması’ dediğimiz
o kısacık aydınlanma hareketini yaratanlar, ‘Köy Enstitüleri’ni, ‘Tercüme Bürosu’nu, ‘Halkevleri’ni kuranlar, hep bu kuşaktan geldiler.
Yakınlarda yüz yaşını deviren Azra Erhat, işte onlardan biriydi.
Aslında hep ‘öğrenci’ kaldı, çünkü içinde yaşadığı bilgi ve erdem kuşağında rastladığı her bilginin ve erdemin gönüllü öğrencisiydi.
Ve öğretmeniydi.
Klasik filoloji alanında bu ülkede yetişen ender bilim insanlarındandı. Devleti, bu bağlamdaki hizmetlerini onu üniversiteden atarak verdi. Azra Erhat’ın bu ‘teşekkür’e(!) yanıtı ise Homeros’un mirasını sahiplenmek ve “İliada” ve “Odysseia” çevirileriyle ülkesine armağan etmek oldu.

Alçakgönüllülük simgesi bir aydınlanma neferi
Kuşağının bütün üyeleri gibi, bir alçakgönüllülük simgesiydi.
1980’de, YAZKO Çeviri’yi kurduğumuz sıralarda, bana şöyle demişti: “Sizler, bugünün çevirmenleri, daha şanslısınız. Çünkü bizler Tercüme Bürosu’nda çalışmaya başladığımızda, doğru dürüst bir Türkçemiz bile yoktu. Sizler ise yabancı dilleri biliyorsunuz…”
Azra Erhat’ı yüzüncü yaşgünü nedeniyle düşünürken, kafamda bir soru şekilleniyor: Onun doğumundan bu yana geçen yüz yıl, o kuşağın aydınlığı ile dolu bir yüzyıl olsa idi eğer, yani bizler, onların ardından gelenler, o kuşağa layık bir yüzyıl yaratabilseydik, her şey yine böyle mi olurdu?
 
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları