Kitap cennetlerine sığınmak...

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Bir süredir en çok yaptığım şey: Kitap cennetlerine sığınmak.
Artık her günü yaşamanın değil, fakat her gün ölmenin “Hayat” diye adlandırıldığı bir iklimde yaşıyorum.
Ve biliyorum, hem de çok iyi biliyorum ki, kitaplara beslediğim inancı yitirdiğim gün, benim hayatımın da son günü olacak.
Ama şimdilik, yaşadığımız ve her bakımdan cehennemden farksız günlerin en sıcak saatlerinde bile gölgelerden yürüyerek sığınabildiğim bir kitap cenneti var. O günün sabahından dışarıya çıktığım saate kadar gazete başlıklarından ve televizyonlardan yansıyan ölüm filtrelerinden geçiyorum. Apartman kapısından dışarıya çıktığımda, sabaha göre “azalmış” gibiyim. Üzerimde neredeyse en yakın kitap cennetine ulaşma umudumu bile yok etmek üzere olan bir bitkinlik var. “Manevi” ya da “psikolojik” bitkinlik gibi söylemler lüks kaçar. Çünkü sözünü ettiğim bitkinliği “organik” olarak, bedenimin bütün hücrelerinde hissediyorum.
Evime en yakın olan kitap cenneti, 6/45 Yayınevi’nin kitap dükkânı. Açıldığı günden beri tiryakisi olduğum bir mekân. Ama o ilk zamanlarda bir gün gelip de burayı bir “sığınak”, cehennemden farksız bir dünyadan “kaçış noktası” sayacağımı hiç düşünmemiştim. Şimdi ise vitrinlerin hemen arkasında karşı karşıya duran iki berjer koltuğu daha uzaktan gördüğümde: “Tamam, bugünü de yaşayabileceğim!” diye rahat bir soluk alıyorum. Çünkü içeriye girer girmez karşılaştığım kitap rafları, sadece o yayınevinin değil, fakat bütün dünya edebiyatının ve düşünce evreninin en seçkin eserleriyle dolu. Sanki çevremizi saran bunca ölüme ve öldürmeye inat, tüm doğurganlığı ile hayata ve yaşamaya çıkarılmış bir davetiye. Buraya adım atmak, elbette ölümleri ve öldürmeleri unutturmuyor. Ama -istersek eğer- bize ölümün ötesine uzanan yollar da döşeyebileceğimizi hatırlatıyor. Ya da, “bizi uyarıyor!” mu desem daha uygun olur?
Raflar boyunca dolaşırken, arada parmaklarıma kendi yazdığım ya da çevirdiğim kitapların takıldığı da oluyor. Çocukça bir sevince kapılıyorum. Çünkü bizimkisi gibi anlamsız ölümlerle ve öldürmelerle tıka basa dolmuş bir iklimde yaşamak, insanın bazen, hatta sıkça, kendi hayatının, o hayatta yapıp ettiklerinin anlamından da kuşku duymasına yol açıyor. Böylesine seçkin eserlerle dolu bir kitapçıda kendi elimden çıkma kitaplarla da karşılaşmak, işte bu türden kuşkuları biraz olsun dağıtmaya yarıyor.
Böyle karşılaşma anlarında, içimden bir sesin şöyle dediğini duyar gibi oluyorum: “Ölümleri ve öldürmeleri tek başıma durduramam elbet; ama sanırım biraz olsun sorumluluk üstlenmişim! Sözcüklerin kıyılardan kıyılara taşınmasına yardımcı olarak, öldürmeye karşı ve yaşatmaktan yana aslında çok güçlü bir bildiriye, ‘Sözcüklerin Bildirisi’ne ben de, küçücük de olsa, bir imza atmışım!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları