'Barışa Karşı mısın?'

16 Mart 2013 Cumartesi

Son zamanlarda en illet olduğum soru şu:
- Yoksa sen barışa karşı mısın?
Sorunun kendisi aptalca olduğu gibi, kafadan yanıtlayanı da aptal yerine koyuyor.
Geçenlerde, bu aptal soruyu soranlardan biriyle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Yoksa sen barışa karşı mısın?
- Barıştan neyi kastediyorsun?
- Savaşmamayı tabii ki... Yani savaşmaktan mı yanasın, savaşmamaktan mı?
- İkisinden de yana değilim. Senin sorun da yanlış.
- Nasıl yanlış?
- Şöyle yanlış ki, her savaşmama hali barış değildir. Adı üstünde savaşmama hali, çatışmasızlıktır ki, geçici bir durumdur, eninde sonunda çatışmaya dönüşür.
- Yani bir savaş bir de barış hali yok mu?
- Var da, bir de bunların dışında, savaşla barış arasında savaşmama hali var. O halde, taraflar aralarında karşılıklı uzlaşma ile herkesin kabul edebileceği, az ya da çok içine sindirebileceği bir adil ve kalıcı barışa varamamışlardır; sonunda da iş savaşa varır. Demek ki her savaşmama hali barış değildir.
- Peki ben sahici barıştan söz ediyorum. Sen o barışa karşı mısın?
- Herkes barıştan yana. Ama hangi barıştan? Sen önce barışın koşullarını söyle!

\n

***

\n

- Canım görüşmeden, kafadan “önce şartları söyle” olur mu? Görüşmeye karşı mısın?
- Önce, hangi çerçevede neyi, kiminle tartışacağımızda anlaşalım.
- Olur, Kürtlerin temsilcisi
Apo ile Türklerin temsilcisi hükümet uzlaşsınlar.
- Olur olmasına da, önce konuşmanın usulü üzerinde uzlaşmaya varılsın, ama yetmez bir de hangi amaca yönelmeye çalışacağız?
- Ne demek hangi amaca? Tabii ki barışa.
- Barışa varılabilmesi için tarafların her birinin içlerine sindirecekleri, kimi zaman da görüşlerinden özveride bulunabilecekleri nesnel koşulların bulunması şart.
- Olur, sen bunların yapılmasına karşı mısın?
- Hayır değilim, ama olsun deyince de hemen olmuyor.
- Nasıl yani?
- Yani müzakereyle kalıcı bir barışa varabilmek için önce tanınımın yapılması gerek.
- Ne demek?
- Şu demek ki, sorunun tanımı üzerinde mutabık kalalım ki müzakeresini yapabilelim; sorunu tanımlarken çözümün yolunu ve sınırlarını da belirlemiş oluruz. Örneğin, ben Kürt sorununu, tam demokratikleşmeyle, devletin Kürt ve Türk kökenli yurttaşlarının uzlaşmasıyla çözülebilecek, demokratik etnik sorun olarak görüyorum.

\n

***

\n

- Tamam, peki kabul. Şimdi hâlâ barışa karşı mısın?
- Daha önce de değildim ki şimdi olayım. Ama sen söyle, şimdi bu müzakere Türkiye’nin demokrasi sorununu da çözmeye yönelik olacak mı?
- Canım sen de bir anda her şeyi birden çözmek istiyorsun, bu mümkün değil ki?
- Hiç de öyle değil, demokrasi sorununu çözmeden Kürt sorununu çözmezsin ki; sorun ancak mutlak demokrasi ortamında, tarafların karşılıklı mutabakatıyla çözülebilir.
- Her şeyi birbirine karıştırırsan, çözüme hiç ulaşmazsın!
- Tam tersi, demokrasi sorununu Kürt sorunundan ayırırsan, asıl o zaman çözemezsin!
- Bana sen, olmaz diyemiyor, ama işi yokuşa sürüyorsun gibi geliyor.
- Hiç de öyle değil. Gerçek çözüm istiyorsan bütün bunlara dikkat edeceksin!
- Ben pek ikna olmadım. Şimdi sen bana bir daha söyle. Sen barışa karşı mısın?
- Ha aziz dostum. Seni anladım. Ben de şimdi senin anlayacağın gibi anlatayım. Ben sorunun demokrasiyi de getirecek biçimde, çünkü başka türlüsü mümkün değil, çözümünden yanayım. Ama sen bunları içermeyen öneriler getirirsen karşıyım. Yani
“al demokratik özerklik adı altında etnik bölünmeyi, ver başkanlık sistemi” çözümünü kastediyorsan, ben aslında barış da olmayan bu “barışa!” karşıyım.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları