Durum

26 Aralık 2023 Salı

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Can Atalay’ın başvurusu için Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararının gerekçesini bekliyor. 

Şu anda kararın ne zaman verileceği belli değil. Aslında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli karara ihtiyacı yok. Çünkü mahkeme gerekçeleri tartışacak konumda değil. Doğrudan tahliye kararı vermek zorunda. Ama vermiyor. Şimdi durum ne? 

Anayasa AYM kararının gereğinin yerine getirilmesi ve doğrudan tahliye kararı verilmesini amir. Yargıtay ise AYM’nin karara imza koyan yargıçları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. 

Ortada bir AYM kararı var. Anayasa gereği uyulması zorunlu, buna karşılık AYM’nin kararına uyulmuyor. Bu durumda AYM’nin kararına uyulmaması darbe oluyor. Ortada top, tüfek olmaması durumu değiştirmiyor. Devletin gücünü elinde tutanlar anayasanın kendine verdiği devletin erkini kullanarak AYM kararının uygulanmasını engelliyorlar. Burada devletin erkini kullanan makam fiilen mahkeme kararının uygulanmasını engellemiştir. Burada devletin erkinin kullanılması manevi cebir unsurunu oluşturmuştur. Eğer ortada bir darbe olduğunu telaffuz etmek istemiyorsanız ne olacak? 

Bu durumda anayasasızlaştırmak kavramı ile karşı karşıyayız. Anayasaya uyulmamakta ama anayasa da orada durmaktadır. Bir bakıma askıya alınmıştır anayasa.

***

Bu durum nasıl giderilecektir? 

En doğrusu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, AYM kararına uyarak Can Atalay’ın tahliyesine hükmetmesidir. Şimdiye dek kararın savsaklanmasına mazeret olarak gerekçenin beklenmesi kabul edilebilecek neden olmamasına rağmen fazla üzerinde durulmayacaktır. Böylelikle anayasaya aykırılık giderilmiş olacaktır. Ancak şu anda anayasa ihlali sürmektedir. Şimdilik mahkemenin AYM kararına uyacak bir davranışa “ikna edilmesi!” konusunda bir belirti yok. Önümüzdeki günlerde bu alanda ne gibi gelişmeler beklenebileceğini kestirmek güç. Yargının kendi mekanizması içinde olayı Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na götürmesi beklenir. 

Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmaması olayı bizde genellikle darbeleri çağrıştıran başka bir olayla aynı zamana rastlamıştır: Tuzla Piyade Okulu’nda Atatürk’ün resmini taşımak istemeyen subaylar olayı. TSK’nin bu olayı sağduyu ve soğukkanlılıkla, kendi geleneklerine uygun olarak, kendi bünyesi içerisinde çözeceğinden kuşku duymamak gerek. 

***

Geçen gün burada Türkiye’nin bir dış anlaşmazlık ve dolayısıyla çatışma içine düşmesi halinde ulusal birlik, beraberlik ve dayanışma alanında küçümsenmeyecek tehlikelerle karşı karşıya kalabileceğinden söz edilmişti. Hamas ile İsrail arasında patlak veren son olaylar bölgede bu tür gelişmelerin ne denli olağan olduğunu göstermiştir. Netanyahu’nun ordu ve yüksek yargı dahil İsrail devletinin tüm kurumlarıyla çatışmasından doğan büyük politik krizin benzerinin başka ülkelerde de patlak verme olasılığını güçlendirmiştir. Türkiye’nin de bu ihtimali hiç gözden uzak tutmaması gerekir. Endişeler tam bu noktada düğümlenirken Türkiye’nin içinde bulunduğu sıcak çatışma bölgelerinden iki günde 12 şehit haberinin gelmesi söz konusu endişelerin daha da artmasına neden olmuştur. 

İnsanın bu durum karşısında “doğrusu bir tek büyük İstanbul veya Marmara depremi eksik” diyesi geliyor. Mine Kırıkkanat, Bir Gün, Gece adlı eserinde İstanbul’da birbiri ardına oluşacak 7’den büyük iki depremin Türkiye’nin bekasını da tehdit edecek hale gelmesini anlatır. Kırıkkanat’ın sözü ettiği olasılıktan bilimadamları ve siyasetçiler de son zamanlarda söz eder oldular. 

Gerçekten durum vahimdir. 

Ne kadar vahim olduğunu anlamak için Prof. Dr. Naci Görür’ün televizyon kanalları ve gazeteciler önünde döktüğü göz yaşlarına bakmak yeterlidir. 

Durum bir an önce düzeltilmelidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları