Ayşe Emel Mesci

Umut dayanışmada

06 Mart 2023 Pazartesi

İnsan evrenin dev takvimi içinde bir toz zerresi bile olmayan kısacık ömrüyle sınırlı bir canlı mıdır? O zaman insanın kendi kişisel ömrünü aşan amaçların peşinden gitmesi, bir tür çılgınlık, en iyi deyimle romantik bir idealizmden ibaret midir? 

Zamanın ruhu

İnsanlık bu tarz sorulara çağlara göre değişen ve genellikle “zamanın ruhu” tarafından belirlenen yanıtlar verir. 1960-1980 dönemindeki yanıtlar arasında toplumsal sorumluluk duygusunun, kamu yararı anlayışının ağır bastığı, gençliğin “yaşlanmış” dünyaya yeri geldiğinde kendini feda etme pahasına üflediği taze soluğun etkisinin hissedildiği söylenebilir. Bu ruh halinin yansımalarından biri 68 kuşağı oldu, bu deneyimin önemli bir örneği de ülkemizde yaşandı. Hatta 1968 sonrasında Türkiye’nin başına gelenlerde, “müesses nizam”ın o genç soluğu boğma hırsı önemli bir rol oynadı. Batı’nın daha demokratik ülkeleri ise bir yandan 68 şokunu amortize ederken, diğer yandan o yenilenmenin faydalarını da gördüler. Sovyet sistemine gelince, kendi 68’inin etkisini hiç kaldıramadı, zaten 20-25 yıllık bir zaman dilimi içinde de iskambil kâğıdından şatolar gibi peş peşe yıkıldı.  

Batı’da 1980 civarında İngiltere ve ABD merkezli olarak gerçekleşen “muhafazakâr devrim”in tüm dünyaya yayılan etkisi, Sovyet sisteminin yıkılmasıyla birleşince, zamanın ruhunda görünür bir değişim yaşandı: Kamusal çıkar, kamusal yarar kavramları gözden düştü; sosyal devlet anlayışı ayaklar altına alındı; özelleştirmeler yoluyla tüm kamu mallarını sermaye sınıfına aktarmanın yolu açıldı. Bu süreç haliyle başka alanlara da yansıdı: Metinlerde anlam aramanın boş bir çaba olduğu ilan edildi, aydınların toplumsal sorumluluğu olduğu savı tarihin çöp tenekesine atıldı, zaten tarihin de sonu gelmişti. İnsanlığa her yönden enjekte edilmeye çalışılan subliminal mesaj, “idealist insan” türünün artık soyu tükenmekte olan bir canlıya dönüştüğü, “dinozorlaştığı”ydı. 

Değer yargılarını tepelemek

Aslında tepelenen şey, insanın toplumsal çıkarları, toplumun ve gezegenin geleceğini kendi kısacık ömründen daha önemli görme, kamu yararına değer verme, onu önceleme anlayışıydı. Tepelenen şey, bu anlayışın zeminini oluşturan çok daha sosyal paylaşımcı bir ahlaktı, böyle değer yargıları yaratmayı başarmış bir zamanın ruhuydu. 

Biz de bugünlere o değer yargılarını tepeleye tepeleye geldik.

Şimdi devasa bir enkaz manzarası karşısında dehşete kapılıyor, şaşırıyoruz. Bu memleketin üzerinde durduğu bütün kolonları kesmişiz, “Durun yapmayın” diyenleri yıllar yılı “çağdışılık”la, “dünyanın gidişatını anlamamak”la, “dinozorlukla” suçlamışız, sonra bina yıkılınca şaşırıyoruz öyle mi?

Halil İbrahim sofrası

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, “Ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz” açıklamasının altına imza atmasının üzerinden bir gün bile geçmeden, üstelik insanın içini acıtan bir dil kullanarak yüz seksen derece çark edebilmesi de bu değer yargıları yitiminin bir ifadesi olarak değerlendirilebilir ancak. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu gelişme karşısında söylediği şu cümleler ise bence tarihi bir öneme sahip: “Bu yola çıkarken hep Halil İbrahim sofrasından bahsettim, çünkü bu sofraya ülkenin tüm renklerini davet etmemiz gerekir dedim. Yoksa bu ülke iflah olmaz dedim. Bu sofraya ‘O oturmasın, bu oturmasın’ diyerek bu ülkeyi toparlayamayız.” 

Umudu, ülkenin geleceğini önceleyen bu sözlerde ve deprem felaketinin ardından, devlet ve kamu kurumları tarafından çaresiz bırakılmış insanları enkazların altından kurtarmaya koşan maden işçilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, solun her renginin ve sayısız gönüllünün yarattığı dayanışma seferberliğinde görüyorum.

Deprem bölgeleri hâlâ çadıra, yiyeceğe, hijyene ve en önemlisi suya muhtaç durumda. Siyasi tartışmaların bu durumu gölgelemesine izin vermemek gerek. Umut dayanışmada, umut Halil İbrahim sofrasında!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları