Bağış Erten

Ayşe değil futbol tatile çıksın

17 Haziran 2015 Çarşamba

Çocukluğumun eşsiz seslerinden biridir. 1980’lerin başı. Çarşamba akşamları. Özel izinle seyredilen maçlar… TRT stada bağlanmayı başaracak mı, yoksa ‘ses kanallarındaki sorun nedeniyle size Ankara stüdyolarından yardımcı olmaya çalışıyoruz’u mu duyacağız? O puslu tezahüratlara karışmış sesle, siyah-beyaz televizyonda ‘hangisi Nottingham Forest’ diye ayırt etme günleri… Salı günü çıkan Gelişim Spor… Dönüşümlü yayınlanan radyo futbolu… Vesaire vesaire. Amacım nostalji falan değil. Aklımda bir soru var. Neden o günler bize daha güzel geliyor? Tabii ki çocukluğa özlem var. Ama ondan bağımsız olarak da daha güzel değil miydi? Oynanan futboldan bahsetmiyorum. Futbol izleme ruh hâlinden bahsediyorum.
Çok yakın zamana kadar hayat şöyle akıyordu. Futbol eylülde başlar mayıs sonunda biterdi. İki senede bir büyük organizasyon görürdük. O çift yıllarda bile futbolun ‘f’sinin olmadığı en az bir ay vardı. Şimdi yok. Şimdi futbolsuz tek bir anımız bile yok. Kimsenin yetişmesine mümkün olmayacak kadar çok futbol var.
Ligler bitti, tek yıldayız, haziran gelmiş, ama futbol mola bilmiyor. Copa America’sı var, Kadınlar Dünya Kupası var, Brezilya Ligi var, alt yaş kategorilerinde Avrupa’sı, dünyası, var oğlu var. Belki eskiden de vardı. Ama bilmiyorduk, görmüyorduk. Şimdi görüyoruz, biliyoruz, okuyoruz, takip ediyoruz. En azından takip etmeye çalışıyoruz. Koştura koştura… Ama kaçırıyoruz işte. Ye-ti-şe-mi-yoruz! Bekâr, öğrenci, boş gezerler bile yetişemiyor. Yetişilecek gibi değil çünkü!
Bunda ne sorun var, diyebilirsiniz. İsteyen izler, isteyen okur. Öyle olmuyor işte. Nefes nefese ligi bitiriyoruz, başka şeyler başlıyor. Onlara koştururken yaz geçiyor. Niye söylüyorum bunları? Bir önerim var. Madem FIFA’da hazır taşlar yerinden oynuyor. Bu da oynasın. Buradan yeni FIFA’ya sesleniyorum. Futbola artık biraz ara verin. Her sene en azından bir ay futbol maçı izlemeyelim. Nadasa bırakalım zihnimizi. Özleyelim. Messi’yi özlemek güzel olmaz mı ya?
Aksi durumda o kötü açılı, minik ekranlı, siyah-beyaz, ses sorunlu küçüklüğümüz bilinçaltımızda sürekli aynı şeyleri söyleyecek. HD, 4K, 3 boyut… Ne yaparsanız yapın o günler daha güzel olacak. Maradona Messi’den, o Juventus bu Juventus’tan, o Bundesliga bu Bundesliga’dan, o İngiltere bu İngiltere’den daha ayrıcalıklı olacak.

Süper Lig sen bir dur
Memleket futbolunun sürekli hayatımızın orta yerine boca edilmesi yüzünden sadece futbol yıpranmıyor, diğer sporları da mağdur ediyor. Artık sahne tenisin, bisikletin, yüzmenin, atletizmin olması gerekirken Süper Lig gene rol çalıyor. Düşünün NBA finalleri doludizgin, Türkiye’de Pınar Karşıyaka devrimi yaşanıyor; teniste bir Grand Slam bitiyor, öteki başlıyor; Usain Bolt piste inmiş, dünya şampiyonası öncesi atletler takozlara ayakları koymuş; kadınlar dünya kupası var, dünya yüzme şampiyonası eli kulağında ama biz ‘Emenike o paraya değer mi?’ derdindeyiz. Asıl bunlar varken onu tartışmaya değer mi? Bülent Uygun mu belirlesin gündemi Ufuk Sarıca mı? Koçun yerine koyun kendinizi. Obradovic’ler, Ivkovic’ler basketbolumuzun sahnesinde sükse yaparken, Karşıyaka gibi bir basketbol kültürünü arkanıza alıp tarih yazıyorsunuz. Bunun hikâyesi futbolun gene gerisinde, gene gerisinde. Lebron James’le Moussa Sow yan yana gelsin, memlekette bir grup insan “Şu bizim Sow da, yanındaki çam yarması kim” demez mi? Yok artık Lebron, demeyin. Öyle!
Wawrinka, Stephen Curry, Bolivya Milli Takımı, Bobby Dixon, Hope Solo, Levin Öztunalı… Bu isimler size bir anlam ifade ediyor mu? Etmiyorsa yayınımıza Süper Lig geniş özetleriyle devam etmekten başka çaremiz yok!

Ortak seçim vaadi gerçekleşsin
Haberlerde görmüşsünüzdür. Passolig çilesi bitmek bilmiyor. Şimdi de yenileme derdi çıktı. Gene karton kutular dolusu para harcanacak. Neymiş kulüpler de para kazanıyormuş, yatırımmış. Önce ‘ne kaybedildi’ye bir bakalım, ondan sonra kazanacaklarını görürüz. Şimdilerde halkla ilişkiler faaliyeti uğruna, kulüpler ne kadar gelir elde edecek tabloları yayımlanıyor. Yetmiyor en çok seyirci çeken maçlar grafiği geliyor. Biraz dürüst olmak gerekmez mi? 50 bini aşkın kapasiteli statları bir kez olsun dolduramamışsanız bunu bir de başarı diye göstermek yakışıyor mu? Şu veriler açık değil mi? Broadage’in yaptığı araştırma her şeyi ortaya koyuyor. Ortalama seyirci sayısı 7 bin 500 civarı ve bir önceki sezona göre bu sayı yüzde 44 az. Bu durumu neyle kapatabilirsiniz ki? Hesap basit: En fazla Passolig üyesi olan Galatasaray üzerinden konuşalım. 200 bini aşkın üyeleri var ve bu sezon yenileme geliri olarak 4.2 milyon lira kulübe kalacakmış. İyi para öyle mi? Ya hesabı şöyle yaparsak. Passolig’den önce 40 bin ortalamaya oynuyor Cim-Bom. Passolig’den sonra yuvarlarsak 24 bin. 16 bin azına yani. 16 bin çarpı 17 iç saha maçı çarpı ortalama TT Arena lig bileti fiyatı 50 lira (ki bu kupa tarifesi) eşittir 13.6 milyon lira. Daha bunun maç günü geliri falan eklenmemiş. Ambiyansı falan geçtim, matematik konuşuyorum. Bunun nesini savunuyorsunuz hâlâ?
AKP dışında kalan tüm partilerin seçim programındaki ortak vaatlerden biri Passolig’i kaldırmak. Alın işte koalisyon kurmak için bir neden daha!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları