Türkiye mozaiği yükleniyor!

29 Aralık 2023 Cuma

2020’nin kasım ayında, yani pandeminin tam ortasında Netflix’te yayına giren “Bir Başkadır”dan beri yerli yapımlarda yükselen bir trend dikkatimi çekiyor: “Bir mozaik olarak ne güzelsin Türkiye” genel mesajı.

Yanlış anlaşımasın, verilen mesajın kötü olduğunu düşünmüyorum ve “Bir Başkadır” özelinde konuşacaksak yapımın kendi kategorisinde yarattığı onca tartışmanın ötesinde çok başarılı olduğu açık. Sonrasında gelen “Kızılcık Şerbeti” ve “Kızıl Goncalar”la birlikte değerlendirildiğinde ise ortaya çıkan ortak dilin “soğuk savaş dönemi” karşıtlıklarının yeniden üretilmesi olduğunu düşünüyorum.

Şöyle ki, bu yapımlarla “laik”, “Atatürkçü”, “çağdaş” parantezleri içinde değerlendirilebilecek ailelerin bir takım ortak özellikleri var. Sorunlu baba figürü, ilkel güdülerinden arınmış gibi görünen ve bilimin mantığın ışığında bir yaşam sürer gözüken ama aslında tüm duygularını bastıran, “gönül”leriyle bağlantıları kopmuş, içine atan aile bireyleri, birbirleriyle iletişim kuramayan karı-kocalar, kardeşler, onca varlık içinde mutsuz bir yaşam portresi…

Son günlerin çok konuşulan dizisi “Kızıl Goncalar” ilk bölümleriyle muhafazakar camiadan büyük eleştiriler aldı ve sonunda beklenildiği üzere RTÜK tarafından da cezalandırıldı. Ancak biraz sabırlı olsalar veya görünenin ardına odaklanabilseler, dizi kendilerinin de hoşuna gidecek, “karşı tarafı” tabiri caizse “gömen” mesajları da cebinde tuttuğunu fark edebilirlerdi. 

Elbette “Bu mesajlar niye veriliyor” noktasında bir eleştirim yok sonuçta bir kurgu yapım var ortada ama az önce söz ettiğim “aile” stereotipi de aslında Yeşilçam sinemasının karikatürize biçimde oluşturduğu, dönemin sınıfsal paradigması içinde sağ-sol, zengin-fakir diye konumlandırılan “stereotip”in yeniden bir üretimi.

Türk sinemasının bilinçaltının 20. yüzyılda Fransız “yeni dalgası”ndan etkilenen, ülkemiz entalijansiyası içinde bir zamanlar çok tutulan -ama artık modası geçmiş- “Frankofon” kültürüyle harmanlanarak oluşturduğu “baba figürü sorunları” çevresinden oluşan sınıfsal katmanlar zamanında geçerliydi ama artık Türk burjuvasının 70’ler çıkmazlarını oluşturan sosyokültürel sorunlarını -en azından yeni, çağdaş, 21. yüzyıla uygun patolojiler elde edecek kadar- aştığını düşünüyorum.

Elbette Yeşilçam, konu sınıf farkları olunca karakterlerini kucaklatmaktan çok çatıştırmayı seviyordu bu yüzden Kızılcık Şerbeti’nde “toplumsal önyargı” modları aktif hale getirildiğinde ortaya çıkan felaketleri ve sorunların biraz sosyal esneklikle çözülür olmasını anlamlı buluyorum.

Bu yönüyle 70’ler sinemasının iyi-kötü ayrımının çok ötesinde derinlikli karakterlerle karşı karşıyayız ve bu çok iyi bir gelişme. Üstelik, o yıllarda fakir, iyi emekçi imgesinin karşısına konulan, zengin, kötü “antagonist”i bugünün güncel gerçeklerini pek de karşılamıyorsa.

Öte yandan burjuva sınıfına vurmak eskiden kolaydı, artık işler biraz zor, hele Türkiye’de ekonomik açıdan kimin hangi sınıfa ait olduğu iyiden iyiye tartışmalı bir konu.

İzleyenleriniz hatırlar, geçen yıl sonunda yayına giren Gülse Birsel’in senaryosunu yazdığı “Yılbaşı Gecesi” filminin sonunda Fatih Artman’ın canlandırdığı burjuva ailesi “babası” evin altını üstüne getiren  karakterlere bir tirad atmış, kabaca: Biz kurallara uyarız, vergimizi öderiz, bize denileni yaparız, ülkemiz iyi olsun isteriz, mafyası, iti uğursuzu hepsi hakkımızı yer, bir de bize saydırır, biz yine susarız” demişti.

Yine de Türkiye’de mağduriyet her zaman satar. Bu yüzden olsa gerek artık iyiden iyiye güçlenmiş dini yapılar kurgusal bir yapımda izlediklerinden bu kadar tetiklenebiliyorlar. Benim merak ettiğim, mağdur rolünü işlerine geldiği için mi yapıyorlar, yoksa güçlüler tarafından ezilen “zayıf” imajını gerçekten kabullendiler mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaş ne diyor? 26 Nisan 2024
Gelecekten bir yazı 19 Nisan 2024
Mutluluk bize… 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları