Bir Aydınlanmacının öyküsü

10 Aralık 2022 Cumartesi

Yıl: 1978. Gün: 18 Aralık Saat: 17.00’yi biraz geçiyor. Yer: Adana. Köy-Koop Adako Birlik genel müdürü ile TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın Önü... Adana Bölge Şube Başkanı Akın Özdemir, eşi Mine Özdemir’le evine gitmeye hazırlanıyor. Mine Özdemir arabaya doğru ilerlerken bir karaltı hissediyor. Hemen ardından kurşun yağıyor. Belki o anda Akın Özdemir kızını düşünüyor... Belki Ziraat Mühendisleri Odası olarak Akdeniz Bölgesi’ndeki son yapacakları faaliyetleri... Belki Çukurova’nın o uçsuz bucaksız topraklarındaki pamuk işçileri... Son defa doğrulup güzel karısına bakmaya çalışıyor. Nafile! Üç ayrı silahtan açılan ateş sonucunda eşi Mine ise ağır yaralı. Kendisi ise son nefesini vermek üzere... Cinayet herkesin gözünün önünde işlenmiştir artık! 

*

Geçtiğimiz yıl Mersin’de bir bahar günü eşinin ölümünden sonra tek başına ayakta durmaya çalışan Mine teyzenin cenazesinde tabutuna bir avuç toprak atarken düşündüm geçen yılları. Genç bir kadının direnme günlüğünü... Evlatlarını yetiştirmek uğruna ağır bedeller ödenen günleri... Üç kuruşu denk düşürerek, canından can vererek onları okutmasını... Bir yandan da adalet mücadelerinde tek başına çırpınmasını.... Saçlarına aklar düşüren zor dönemeçleri. Kızı Deniz, her yıl olduğu gibi bu yıl da Mersin’de babası Akın Özdemir’in anma etkinliğini paylaşınca bir yıl daha geçmiş dedim. Dile kolay... Tam 44 dört sene...   

*

Akın Özdemir yetmişli yılların sonunda ağaların boy hedefiydi. Özellikle Adana’nın Kadirli ilçesinde çeltik üretimi yüzünden küçük üreticilerin zarara uğradığını, sıtmanın yanı sıra bağırsak enfeksiyonlarının da salgın haline dönüştüğünü açıklamıştı. Bölgedeki on yedi su kuyusunun on altısına içilemez raporu vermişti. “Bir avuç çeltik ağasının çıkarı uğruna halk sağlığı tehdit edilemez ve küçük üreticiler köylerini, tarlalarını terk etmek zorunda bırakılmaz” diyordu. “Toprağı aç, hayvanı aç, insanı aç” bir ülkenin kalkınma yöntemlerini arıyordu.

*

Avrupa Tiyatrosu’nun en önemli metinlerinden biri, “Bir Halk Düşmanı”dır kuşkusuz. Dr. Tomas Stockmann yaşadığı yerin en büyük gelir kaynağı olan şehir kaplıcasında hekim olarak çalışmaktadır. Kaplıcanın ünü ülkenin dört bir yanına yayıldığı için, insanlar akın akın bu kaplıcaya gelmekte, kaplıcanın sahibi belediye başkanı Peter ise çok büyük gelir elde etmektedir. Doktor şehirde başlayan bazı hastalıkları araştırırken çalıştığı yerin şifalı zannedilen suyunun aslında insanlara zehir saçtığını fark eder. Ancak oluşturulan faşist baskı yüzünden halk tarafından “şehrin düşmanı” ilan edilir. Bizler; ülkenin Aydınlarının “Bir Halk Düşmanı” ilan edilmesinin bedelini yıllar yılı ağır ödedik. 

*

Akın Özdemir’in ardından Uğur Mumcu şunları yazmıştı: “Akın Özdemir faşist kurşunlar altında can verdi. Akın Özdemir’i öğrencilik yıllarından tanırım. Bütün yaşamını emekçi sınıfların kavgasına vermiş, yiğit bir arkadaşımızdı. Yöntemleri hep aynı... Bir örgüt, bir kanlı çete her yerde cinayet işliyor!” Ne acı ki Akın Özdemir’den tam on altı sene sonra Mumcu da öldürüldü. Bu ülkede çürümenin geldiği son noktayı en içler acısı haliyle yaşıyoruz; cehalet salgın bir hastalık gibi her yere yayılıyor, tarikatlar devlet içine sızıyor, laiklik paramparça ediliyor, gerçeği arayan gazeteciler hedef gösteriliyor, kadın eve kapatılıyor, çocuk istismarını savunanlar bile çıkıyor. 

Bizse bugünlere birden bire değil onca Aydınlanmacımızı toprağa vere vere geldik! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çocuk işçiler... 27 Nisan 2024
Gezi notları 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları