‘Büyük Arkanar katliamı’

18 Nisan 2016 Pazartesi

AKP’nin 13 yıllık yönetiminin geldiği nokta: “Kürt Sorunu” kanlı, çıkmaz bir sokakta; barış isteyen akademisyenler tutuklanıyor, Ensar Vakfı, çocuk tecavüzleri, Cumhuriyetin “Ankara’da 102 kişinin öldüğü patlamaların istihbaratını üstlerine bildirmeyen Emniyet müdürleri...” haberi, ABD’nin İnsan Hakları Raporu, AB’nin, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün olumsuz Türkiye raporları, yandaş medyanın İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı sırasında nükseden “Diriliş” fantezileri, Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin fikirleri...
Çok bunaltıcı, yönü belirsiz bir süreç bu. Üzerinde düşünmeye çalışmak yerine, bugün sıra dışı bir şey yapıp, Strugatsky kardeşlerin kurgubilim romanı Tanrı olmak zor - “Büyük Arkanar katliamı”ndan (1964) söz edeceğim.
Bir süredir, çok rahatsız edici bir sıklıkta aklıma hep bu roman geliyor; okuduğumdan bu yana beni rahat, hiç rahat bırakmadı (“gerçek sanat yapıtı iz bırakır”, Badiou). Bunda, romanı okur okumaz, A. Gherman’ın siyah beyaz, üç saatlik muhteşem, grotesk, dayanılmaz, ama yarıda bırakılamaz adaptasyonunun (2013) DVD’sini izlemiş olmamın da payı var. Frederic Jameson, “Gherman’in anti-estetiği” başlıklı denemesinde Strugatsky kardeşlerin, Philip K. Dick, Ursula Le Guin, Stanislaw Lem ile aynı düzeyde olduğunu vurguluyordu (New Left Review, No: 97, 2016). Bu romanı yıllar önce okumalıymışım...

‘Tanrı olmak zor’
Roman bir gezegende, feodalizmin son dönemindeki bir uygarlığın Arkanar kentinde geçiyor. Dünyadaki (artık komünist bir toplum var) Tarihsel Araştırmalar Enstitüsü, deneyimsel tarih” projesi bağlamında bu gezegene gözlemciler göndermiş. Enstitü, olaylara karışmama ilkesine bağlı (Uzay Yolu dizisindeki ilke) bu “gözlemciler” yoluyla, feodalizmden kapitalizme geçişi, süreç yaşanırken izliyor. Ajanların alnındaki, değerli bir takı izlenimi veren küçük bir kamera dünyaya kesintisiz yayın yapıyor.
Biz bu gözlemcilerden, bir aristokrat kimliği altında gizlenmiş Don Ramata’yı izliyoruz. Ramata’nın altın üreten bir moleküler sentez aleti, ok işlemez “beyaz keten” görünümlü gömlekleri, bütün kılıçları kesebilen bir metalden yapılmış kılıçları var ama, “30 yıldır kimseyi öldürmemiş”, “375 kulak kestiği söyleniyor”. Yerliler, onun mistik gücü olduğuna inanıyorlar, bir tanrı olmasından şüpheleniyorlar, ondan korkuyorlar.
Arkanar’da tüccar sınıfı, çürümekte olan bir feodal yönetici sınıfla ittifak yapmış; bu ittifakın üzerinde de yönetim fiilen, diktatör adayı, cahil, dalavereci, muhteris, karizmatik, Don Reba’nın elinde. Don Reba, sokakları “Griler” denen lümpenlerden kurulu bir polis gücüyle denetliyor. Bunlar, bilim insanlarını, şairleri, yazarları, “kitap kurtlarını”, kısacası olası bir Rönesans, aydınlanma sürecinin doğuşuna ebelik yapabilecek insanları, “toplumun düzenini bozuyorlar” gerekçesiyle sistemli bir biçimde arıyor, buluyor, türlü hakaretlerle aşağılıyor ve öldürüyorlar.
Salt bir izleyici olarak, Don Ramata’nın elinden, bir şey gelmiyor. Bu da onda derin bir depresyon, giderek umutsuzluk yaratıyor, ruhunu çürütüyor.
Tüccar sınıfıyla aristokrasi arasındaki ittifak, tüccar sınıfının iktidarı almak için bir hamle yapmasıyla değişirken, Don Reba’nın, bir dini sektin üyesi olduğunu, o sektin keşişler ordusu bir karşıdevrim başlattığında öğreniyoruz. Siyah giysili keşişler ordusu kente doluyor, tüccarları, Grileri, hayatta kalmış tüm okuryazarları, cadılığından ya da ahlakından şüphe ettikleri kadınları, türlü işkencelerle öldürmeye başlıyor. Bu olay “tarihe” ünlü “Büyük Arkanar katliamı” olarak geçiyor...
Tarihçiler, Arkanar’ın feodalizmden, bir Rönesans, aydınlanma yaşayarak kapitalizme, demokrasiye geçmesini beklerken, bir dinci faşizm egemen oluyor. Nedense, okuduğumdan bu yana bu roman, film hiç aklımdan çıkmıyor, beni biteviye rahatsız ediyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları