Çok düzeyli dağılma

16 Şubat 2017 Perşembe

Dünya sisteminde son yıllarda çok düzeyli bir dağılma gelişiyor. Kapitalizmin yapısal krizi, ABD hegemonyasının gerilemesiyle şekillenmeye başlayan yeni güçler dengesi (emperyalistler arası rekabet) ortamı gibi genel, “uzun döneme” ilişkin düzeydeki gelişmelere bu yazıda değinmeyeceğim.
Kısa döneme ilişkin düzeyde, ABD’de Trump, İngiltere’de Brexit, Avrupa’da, Hollanda, Fransa, daha sonra eylülde de Almanya seçimleri var. Romanya, Macaristan, Polonya, Türkiye gibi çevre (bağımlı) ülkelerde gelişen dağılma eğilimleri de bir başka düzey oluşturuyor.
ABD’de Trump “pratik hükümetin” duvarına çarptı. İngiltere’de Brexit süreci, iktidar ve muhalefet partilerinde derin bir kriz yarattı. Bu ikisini, Romanya, Macaristan ve Polonya’daki gelişmeleri daha sonra tartışmak üzere izlemeye alıp gündemin başındakilere bakalım.
 
Hollanda, Fransa, Türkiye
Avrupa Birliği’nde, mart ayında Hollanda seçimleri, nisanda Fransa seçimleri, Avrupa’da Rusya’ya farklı bakan sağ-popülist partilerin yükselişi dağılmayı hızlandırabilir. Türkiye’de referandum ülke için çok vahim sonuçlara yol açarken, ülkenin AB ile bağları tamamen kopabilir. Bu gelişmeler NATO’nun zayıflamasına, Rusya’nın manevra alanının genişlemesine açılıyor...
Hollanda da camileri Nazi tapınaklarına, Kuran’ı Kavgam kitabına benzeten Geert Wilders’in partisi PVV’nin, 15 Mart seçimlerinden bir zaferle çıkması bekleniyor. PVV Avrupa Birliği’ne de karşı. Ancak camilerin lisanslarını iptal etmeyi, Hollanda’yı İslamdan arındırarak göçmenlere kapatmayı vaat eden PVV’nin oyları tek başına hükümet kurmaya yetmeyecek. Diğer partiler PVV ile hükümet kurmayacaklarını söylüyorlar. Ya Geert Wilders, geniş bir koalisyonla da olsa yönetecek ya da ana muhalefet lideri konumunda güçlenmeye devam edecek...
PVV’nin seçim zaferi, 23 Nisan’da birinci turu yapılacak Fransa seçimlerinde, benzer bir siyasi çizgiyi izleyen Ulusal Cephe’nin taraftarlarının moralini yükseltecek. Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen’in başkanlık seçimlerinde ikinci tura kalmasına kesin gözüyle bakılıyor. Der Spiegel, Le Pen’in karşısındaki merkez partilerinin durumuna bakarak, kaygıyla “kim durduracak” diye soruyor.
Gerçekten de Sarkozy ve Juppe gibi deneyimli politikacılar partilerinin önseçimlerinde elendiler. Sağda, Le Pen’i durdurabileceğine inanılan Fillon bir mali skandalla lekelendi. İşçi partisi adayı Hamon’un programı ekonomik koşullara odaklanmış, seçmenin andaki duyarlılıklarına uzak. Bağımsız aday olarak yükselmeye başlayan Macron, “elitlere karşı” ama, kendisi en seçkin okullarda yetişmiş bir Rothschild bankacısı. AB yanlısı ama, “çamaşır makinesinin programı bile onunkinden zengin”.Le Monde da merkez partilerin krizine bakarak Le Pen’in programının hiç sorgulanmadığına dikkat çekiyor, “önü açık” diyor.
Merkez partilerinin krizi, Trump’ı yaratan konjonktürü anımsatıyor. Le Pen’in ikinci turda yeterli oyu alarak Devlet Başkanı olması çok uzak bir olasılık ama Trump için de öyle demiyorlar mıydı?
Türkiye’de nisan referandumundan çıkacak sonuçtan bağımsız olarak, toplum daha şimdiden kültürel, duygusal olarak ikiye bölünmüş durumda.
Sonuç ne olursa olsun, Saray ve AKP liderliğindeki siyasal İslam toplumun kendilerinden olmayan kesimine karşı bir sindirme, dışlama, tasfiye atağı başlatacak; topluma zorla totaliter bir “deli gömleği” giydirmeye yönelik simgesel, fiziki şiddetin dozu yükselecek. “Evet” çıkarsa, şimdiden terörist olarak damgalanan “hayır”cıları yıldırmak, muhalefeti tamamen susturmak, hatta yok etmek için... “Hayır” çıkarsa da iktidarlarına yönelik yaşamsal bir tehdit algısıyla... Her iki durumu da Türkiye toplumunun dağılma süreci olarak okumak olanaklı. Referanduma “hazırlanıyoruz”. Peki ya referandum sonrasına?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları