‘Her şey, her yerde aynı zamanda’

01 Mayıs 2023 Pazartesi

ABD-Çin savaşı olasılığı üzerine analizlere bu yıl daha sık rastlıyorum. Bunları yazanların iyimser olma çabalarını ise ikna edici bulmuyorum. 

Financial Times’da, Martin Wolf ve Gideon Rachman’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yorumları bu analizlerin genel eğilimini yansıtıyor, ne yazık ki benim “yeniden paylaşım dönemi” analizimi birçok açıdan güçlendiriyor.

Wolf, “ABD-Çin ilişkileri korkutucu bir döneme girdi” başlığı altında ABD liderliğinde Batı blokuyla Çin’in kapasitelerini karşılaştırıyor, Batı’nın üstünlüklerine, ancak aranın da kapanmakta olduğuna dikkat çekiyor, yine de bir “felaketin” önlenebileceğine inanıyor. Rachman, “Son Washington ziyaretinde... Bir ABD-Çin savaşı olasılığının ne kadar sıradan bir tartışma haline gelmiş olduğunu”, kimi “üst düzey, boşboğaz generallerin, savaşın olası başlama tarihi üzerine rahatlıkla spekülasyon yapabildiklerini” aktarıyordu. Wolf’un “ABD ile Çin arasındaki ilişkiler insanlığın 21. yüzyıldaki kaderini belirleyebilecektir” saptaması, gerçek durumu yansıtıyordu. The New Statesman’da John Gray ve Robert Kaplan, “dönemi”, “liberal düzenin” dağılmaya başlamasına atıfla “yeni teknolojilerle ve kaynak kıtlığı sıkıntısıyla, yırtılmış küresel Weimar” olarak tanımlıyorlardı.

STRATEJİK REKABET

ABD-Çin ilişkileri bağlamında “stratejik rekabet” kavramı gittikçe daha sık kullanılıyor. “Strateji”, bir “aşamaya” değil, “son duruma” ilişkin bir kavram: “Sonunda kim ayakta kalacak?” Diğer taraftan, bu “stratejik rekabet” içinde adeta “her şey, her yerde, aynı zamanda” yaşanıyor. 

En acil alan, Tayvan. Burada başlayacak bir çatışmanın bir bölgesel savaşa, hatta nükleer olasılığı da taşıyan bir III. dünya savaşına dönüşme olasılığı yüksek. İkincisi, bu olasılığın bir alt versiyonu olarak, insanlığın geleceğini tehlikeye atma pahasına hızlanan, denetimden uzak “Tanrı gibi” bir yapay zekâ yaratma yarışı. Üçüncü alan insanlığın ekolojik varlık koşullarını yok edebilecek “iklim krizi”: En büyük CO2 emisyonu kaynağı ABD ve Çin’in alınması gereken önlemler alanında işbirliği yapma olasılığı giderek zayıflıyor. Dördüncüsü, ABD hegemonyası altında kurulmuş “liberal düzen” dağılır, kriz yönetim modeli çökerken mal ve sermaye ihraç piyasalarının, stratejik kaynakların coğrafyaları (Küresel Güney) üzerinde, sık sık vekâlet savaşlarına da yol açan bir nüfuz alanları rekabeti -klasik emperyalizm- hızlanıyor. Beşincisi, ABD, “Batı”yı Çin’den kopararak tek bir “blok” oluşturmak istiyor ama emperyalist sistemin, girift ticaret-yatırım-üretim ağları, ekonomik seçeneklerini sınırlıyor. Son olarak, bu stratejik rekabet kültür alanında da yaşanıyor. Çin liderliği bu rekabeti “uygarlıklar çatışması” paradigması içinde görmeye/göstermeye başlarken ABD’de kimi üst düzey dış politika bürokratları, “ilk kez Kafkasyalı olmayan bir rakip” kavramıyla ırkçı refleksler sergiliyorlar. Bu sırada “Küresel Güney” seçkinleri, 150 ülkede 500 kültürel örgütüyle sık sık karşılaştıkları Çin’e giderek daha olumlu yaklaşıyorlar.

Bu “stratejik rekabet” tüm ülkeleri zorluyor. SIPRI’nin geçtiğimiz haftalarda yayımlanan raporunun gösterdiği gibi, başta Çin, Japonya, Hindistan, Almanya olmak üzere hemen bütün ülkelerin askeri harcamaları artıyor. ABD’de askeri harcama artış oranı düşük ama miktar 877 milyar dolar. “Askeri-sınai kompleksin” savaş davullarının sesi de giderek artıyor. Bu sırada AKP Türkiye’sinin askeri harcamaları, 2022’de 2021’e göre yüzde 25 azalmış, barış sevdalısı olduğundan değil tabii ki Hazine tamtakır da ondan.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları