Seçimler ve yapışkan statüko

13 Nisan 2023 Perşembe

Partiler aday listelerini açıkladılar. Manzara “yapışkan statüko” kavramını hatırlattı. Bu kavramı, ilk kez 11 Eylül 2011 tarihli yazımda, CHP’nin kendi sağına umut bağlama eğiliminin sonuçları bağlamında, “patika bağımlılığı”, “algısal kilitler” kavramlarıyla birlikte kullanmıştım. 

Tek bir partinin, uzun süre, hükümet olduğu ülkelerde, kalıcı davranış biçimleri, “patika bağımlılığı” yaratan “algısal kilitler” oluşuyor. Böylece toplumda, değiştirilmesi giderek zorlaşan bir “yapışkan statüko” şekilleniyor. Toplumun kutuplaşmış, muhalefetin çok parçalı, farklı bir seçenek oluşturmakta yetersiz kaldığı koşullarda, “algısal kilitler” daha güçlü, “statüko” daha “yapışkan” oluyor. “Algısal kilitler”, birbirini izleyen siyasi yenilgilere yol açsa da “statüko”nun dışına çıkan seçenekleri görmeyi engelliyor: Muhalefet iktidara benzemeye başlıyor.

Bu saptamaları yaptığımda yıllarda, “süreç olarak faşizm”, Gezi olayı, tek adam rejimi, 15 Temmuz “darbe şeyi” ile hızlandı. AKP rejiminin, toplumdan rıza alma, seçim kazanma kapasitesi zayıflarken devletin organları, personeli, kaynak dağılımı üzerindeki kontrolü arttı. Bu noktada “Egemen sınıf kim” sorusuna, “Devlet hangi sınıfı (ekonomik, kültürel, kurumsal ve nüfus olarak) yeniden üretiyor, genişletiyor” sorusuyla yaklaştığımızda, karşımıza, artık devletin ideolojik aygıtlarına dönüşen, tarikatlar, camiler, vakıflar, yurtlar gibi mekânlarında yaşayan, ekonomi-politik, beden estetiği, ideoloji olarak belirgin bir homojenlik sergileyen bir kitle çıkıyor. Bu kitle/sınıfın yanı sıra ülkede kapitalizminin, emperyalizme bağımlı, bir egemen sermaye fraksiyonun varlığı, iktidar yapısını, çok kırılgan bir denge üzerinde şekillenmeye zorluyor. 

SEÇİM KONJONKTÜRÜ

Seçim konjonktürünün bir bileşeni, o iktidar yapısının artık sürdürülemez olmasıdır: Ülkedeki derin ekonomik krizin, emperyalist “yeniden paylaşım” rekabetinin basıncı altında, siyasal İslamın çıkarlarıyla, egemen sermayenin çıkarlarını, bağımlılık ilişkilerini bağdaştırmak artık olanaklı değildir. Konjonktürün ikinci bileşeni, “yapışkan statüko”ya (algısal kilitler-patika bağımlılığı) ilişkindir: Yukarıdaki ittifakın egemen sermaye (emperyalizm) kesiminin çıkarlarını temsil eden kültürün, aktörlerinin muhalefetin altılı masa ve HDP/YSP kanadının listelerine neredeyse homojen biçimde dağıtılmış. “Süreç olarak faşizmin” doğuşuna, doğrudan ya da işbirlikçi olarak katılmış beş isim bu durumu çok güzel sergiliyor. Bir tarafta, ekonomide Babacan, dış ilişkilerde Davutoğlu, adalette Sadullah Ergin. Diğer tarafta, ABD ve AB (emperyalizm) ilişkileriyle, AKP karşıtlarına “simgesel şiddet” uygulama, Kürt hareketine sahte umutları satma işlevleriyle Çandar ve Cemal. 

Bu resim bize, egemen sermayenin “Her şeyin aynı kalması için bir şey değişmelidir” ilkesini benimsediğini gösteriyor. O bir “şey” yakın çevresiyle birlikte Erdoğan’dır. Ancak, 183 kişinin katilleri dinci teröristlerin serbest bırakılması gibi garipliklere bakınca görülür ki bu “şey”, kolay bir “şey” değildir. Hem bir “restorasyona” hem de bir kaosa açılma potansiyelleri, bu konjonktürün bağımsız bileşeni, sosyalistlere tarihe yön verme fırsatı getiren bir kapıyı açıyor: Yıllar sonra toplumda yeniden etkin, saygın konuma yükseldiler; bu kapı kapanmadan önce, maddi dayanaklarını çoktan yitirmiş bölünmüşlükleri aşarak ortak bir irade oluşturabilmeleri gerekiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları