Zıtlar bir noktada buluşuyor

20 Ekim 2022 Perşembe

Seçimlere doğru, rejim son çıkardığı “dezenformasyon” yasasıyla yeni araçlar edinirken soğukkanlı yorumlarına alıştığımız, kimi deneyimli yazarlarda adeta bir çaresizlik ve telaş havası seziliyor.

Son günlerde kimi yazarların Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirileri çok sertleşti. Doğru, Kılıçdaroğlu çok başarılı bir siyasetçi, mükemmel bir cumhurbaşkanı adayı değil. Kemal Bey’in siyasi yaşamına, geçmiş hatalarına ilişkin tespitler de doğru. Ancak, bunları vurgulayan yazılardaki öfke giderek bir analizden çok, “karakter kıyımı” izlenimi vermeye başladı. Diğer taraftan, yağmur yağarken “ıslanıyoruz” diye bağırmak bir amaca hizmet etmez. “Alın size şemsiye” ya da “Şu saçak altına sığınalım” gibi bir şeyler söylemek gerekir. Böyle bir öneri olmayınca, özellikle ülkede ve dışarıda saygınlığı olan kimi entelektüellerin, bu yazılarını anlamlandırmak zorlaşıyor, o yazıların amacı üzerinde “düşünmek” gerekiyor.

Bir başka tür yaklaşım da tam aksi yönden geliyor, görünüşte bir çözüm öneriyor ama sonuçta ulaştığı yer çok farklı olmuyor. Bu yaklaşım, önerisini, seçmenin çoğunluğunun rejime oy verdiğine ilişkin bir varsayıma dayandırıyor; CHP ve solun seçimlerdeki kronik başarısızlığının nedenlerini şöyle betimliyor: CHP başta olmak üzere sol partiler kendi seçmen tabanlarına yaslanarak tek başına iktidar olamıyor. Doğru, “triangulation” olarak bilinen bir stratejiye göre, Bill Clinton, Tony Blair gibi, ortadaki kararsız seçmeni de cezbedecek bir dil tutturmak gerekiyor. Bu nedenle, bu yaklaşıma göre, CHP seçimi kazanmak istiyorsa dilini, bugüne kadar oy alamadığı seçmenin diline dönüştürerek konuşmalıdır. 

Bunlar ilk bakışta, doğru hatta sağduyulu saptamalar olarak görünüyorlar. Ancak şu iki olgu bizi farklı bir noktaya taşıyor. Birincisi bu yaklaşım ülkedeki kültürel kutuplaşmayı dikkate almıyor. Kutuplar arasındaki, rejimin de ısrarla derinleştirdiği uçurum, kısa sürede ve salt “uygun” dili konuşarak aşılacak gibi değil. Nitekim CHP yıllardır “karşı mahalleye” uygun bir dil ile konuşmaya çalışıyor ama sonuç alamıyor.

İkincisi, yaklaşık 6-7 yıldır, azınlıkta olan CHP ve sol seçmen değil, AKP-MHP seçmenidir. Rejimin rıza alma kapasitesi çok zayıflamıştır. “Gezi olayı”, Haziran 2015 seçimlerinin, İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin sonuçları, hatta kamuoyu yoklamaları, AKP+MHP koalisyonunun seçmenin çoğunluğunun desteğini kaybettiğini gösteriyor. AKP’nin “mühürsüz oylara” başvurduğunda bile ancak kıl payı öne geçebilmesi, gittikçe daha da baskıcılaşması, son “dezenformasyon yasası” ile “iletişim dilini” tamamen denetim altına alarak muhalefeti susturma çabası AKP+MHP ittifakının, olağan koşullarda seçim kazanma şansının olmadığını, rejimin de bunu gayet iyi bildiğini gösteriyor. 

Özetle, muhalefet seçimleri kazanacak oy potansiyeline sahiptir! Ancak bu potansiyelin gerçekleşmesi için CHP’nin önce, kendi mahallesini gözle görülebilir, seçmene güven veren bir siyasi güce dönüştürmesi gerekir. Çünkü “öteki mahallenin” dikkatini, kararsızların oyunu çekmenin yolu CHP ve solun dilini, oy alamadığı seçmenin diline benzetmekten değil bu gücü hissettirebilmekten geçiyor. Siyasette “söz” yetmez, “güç” göstermek de gerekir. Nitekim, son anketler kararsızların AKP+MHP koalisyonuna yönelmeye başladığını düşündürüyor. Anketler doğruysa, bu eğilim AKP+MHP dilini, kendilerine oy vermeyenlerin diline benzetmeye başladığı için değil, güç sergilediği için gerçekleşiyor.

Birinci yaklaşım CHP’li seçmenin umudunu kırıyor, “sandığa” yabancılaşma riskini besliyor. İkinci yaklaşım, CHP ve solun kendi gücünü azımsıyor; önerisi var olan gücü ifade edebilecek bir dili sulandırma, taraftarlarında düş kırıklığı yaratma ve “sandığa” yabancılaşma riskini besliyor. Zıtlar adeta bir noktada buluşuyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları