Ortadoğu’nun Hali ve Din

23 Haziran 2014 Pazartesi

Irak’ta olan bitenleri Türkiye ve dünya “hayretler içinde” izliyor. Neden hayret edildiğine “hayret etmek gerekir”. Aslında her şey “olağan”. Bunlar doğal sebep-sonuç ilişkileri.
- Din ve mezhep bağnazlığını “karanlık çağlardaki gibi” hayatın, siyasetin, ekonominin bir parçası olarak sürdüren insan toplulukları burada.
- Bütün bu mezhep (ve din) kavgalarının, insanların önemli bir bölümü tarafından “esas alındığı bir koşullanma”; 21. yüzyıldaki yaşam tarzlarını bile bu çarpıklıklar içinde kabullenen bir cehalet, ilkellik ve sapkınlık örneği.
- Bütün bunların üzerine küresel çıkar odaklarının bu çağdışı örgütlenmeleri profesyonel bir biçimde kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları; ilkel insanların mezhep adına, din adına diyerek canavarlaşıp cihat ilan etmeleri; diğerlerinin boğazını kesmeye başlamaları gibi, durumdan vazife çıkaran küresel (ve bölgesel) güçler de “her şey mubahtır” politikası izlerlerse, çok doğal bir sonuç olarak Ortadoğu’da bugünkü kaos yaşanacaktır. 2+2’nin 4 ettiği gibi. Bölge insanının çok büyük bir çoğunluğu kaybederken bazıları bundan kazanç ve güç sağlıyor. Küresel güçler de aralarındaki oyunda bu ilkellik ve cehaleti bir silah olarak kullanıyorlar.

Toplumun derinliklerine işlemiş
Asırlardır süre gelen bu çarpıklıklar, inanç sapkınlıkları ve azgelişmişlik, “sosyolojik olarak toplumların genlerine işlercesine, bir yaşam biçimi haline gelmiş”.
Ara sıra ortaya çıkan demokratik filizlenmeler ve kıpırdanmalar, “küresel güçler ve yerel uzantıları tarafından yok edilmişler ve bugün de yok ediliyorlar”.
Tek istisnası Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışı; İslam dünyasındaki tek çağdaşlaşma oluşumu. Yaşam biçiminde ilkelliklerden kurtularak modernleşmeyi ve çağı yakalama çabası örneği.
Hukukta, siyasette, ekonomide, sanatta, aile düzeninde “Avrupa örneğinde olduğu gibi, çağı yakalama savaşı”.
Mezhep ve din kavgalarından uzak, “çağdaş insan” (ve toplum) olma savaşımı. Belki de bu nedenle Atatürk’ün ve devrimlerinin bu kadar düşmanı var. Alternatifinin ne olduğunu bugün Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Libya ve körfez ülkelerinde, hemen hemen tüm Arap dünyasında görüyoruz.
Atatürk döneminde yaşanan reformları hangi İslam ülkesi yapabildi? Arap ülkeleri mi, İran mı, Afganistan mı, Pakistan mı? Hiçbiri yapamadı. Hemen hemen tamamı dün olduğu gibi bugün de çağdaşlıktan, demokrasiden çok uzaklarda bulunuyorlar.
Mezhepti, tarikattı, karşı kabileydi diyerek birbirlerini boğazlıyorlar. Yarın da bu ülkelerde bir şey değişmeyecek. Çünkü asırlardır oluşan bataklık dokusunu değiştirmek görünür gelecekte imkânsız.

IŞİD’in arkası, önü
Herkes görmeye çalışıyor; arkasında kim var, önünde kim var?
Ne fark eder ki; şu devletler ya da şu uluslararası örgütler olsa ne olacak?
Esas sorun Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin dokusuna sinmiş ve yerleşmiş olan çağdışılıklardır. Mezheplerden dini örgütlere ve aşiretlere ve aile saltanatına kadar uzanan çürümüş ve kokuşmuş bir yapı.
Böyle bir bataklık bulunuyorsa (A) ülkesinin ya da (B) ülkesinin kullanması neyi değiştirecektir? Önemli olan asırlardır bu bataklığın oluşmasıdır.
Başka birileri kullanmasa bile içindeki mikroplar birbirlerini yemeye başlarlar. Sonuçta bir şey değişmez; kaos, ölümler, felaketler sürüp gidecektir. Din adına, mezhep adına, aşiret reisi adına diyerek saldıranlar ve diktatörler yaşayacaktır.
Ortadoğu dünden bugüne yoğunlaşarak gelen batak dokusu ile yarın da böyle sürüp gidecektir.
Bazen askeri diktatörler, bazen dini diktatörler, şeyhler, şıhlar, krallar bataklığın içindeki adacıklarda hükümranlıklarını sürdüreceklerdir.
Atatürk Türkiyesi bu Ortadoğu bataklığından bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmıştır. Bugünkü durumumuz mu? Televizyonları izleyin, gazetelere göz gezdirin, İnternette dolanın manzarayı net bir biçimde görebilirsiniz.
Atatürk Türkiyesi mi? Bataklığın bir parçası olmak mı? Seçimi siz yapacaksınız.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları