Feyzi Açıkalın

Kötü yakalandık

02 Nisan 2020 Perşembe

Yok, ilk aklınıza geldiği gibi koronavirüslü günlere değil, 21. yüzyıla kötü yakalandık... Bir yüzyıl boyunca karılan oyun kartları ve sonrasında oluşturulan sağlam ellerin açılmaya başlandığı yeni bir çağa hazırlıksız girmiştik.   

Vak’a; nereden kaynak aldı, hangisi o virüsü taşıdı bilinmez, bir saçmasapan liderlikler pandemisi çağımızı esir almıştı. İşin ülkemiz için kötü tarafı adı geçen ülkeler, hastalıklı liderlerinden bağımsız, güçlü kurumlarla donatılmış olarak yeni yüzyıla geçiş yapmışlardı.

Biz ise yeniden biçimlendirilmek üstüne seçimimizi yapmıştık. Tercihimiz sonucu bizi yönetmeye talip olanların, yalnızca Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu laik cumhuriyet ile sorunları var zannediyorduk. Onların beceriksiz yönetimiyle çağı da kaçırmakta olduğumuzu ise geç anladık.

Seçtiklerimiz, iktidarları boyunca bilimden uzak, hamasetle beslenen bir dinci ve piyasacı siyaset anlayışı ile toplumumuzu kutuplaştırdılar. Dünya, yönetim şeklimize iyi kötü bir isim bulmuşken, biz tuhaf bir şekilde o adlandırdıkları rejimi reddediş içindeydik.

Rüşvete, avantaya, sadakaya alıştırılmış halkımız gerçeklerden özenle uzaklaştırılmış bir dünyada yaşamaya razı edilmişti. Bu rızayı üreteni de sürekli oylarıyla destekleyerek ona güç veriyordu.

Derken, koronavirüs bağıra bağıra geldi… Dün, bu konudaki en yetkili şahsın, sağlık bakanının itiraf ettiği gibi virüsün yayılma hızını anlayamadılar. Ama olsun du, salgınla savaşım sürecini yürüten iktidara her cenahtan sonsuz övgü ve destek gelmişti.

El yordamı ile, gün be gün salgını izleyerek ilerliyorlardı. Çünkü, örneğin Almanya’nın uyguladığı gibi bir “sivil savunmada risk analizi” çalışmaları hiç olmamıştı. Ötesi, salgını önleme konusunda oluşturulan bilim kurulunun yalnızca tavsiye niteliğinde kararlar aldığı daha ilk günden belli olmuştu.

Kaderci ve tevekkel olduğu için böyle duruş sergilediği zannedilen iktidarın aslında başka seçeneği yoktu. Kasa tamtakır olduğu için, emek sömürüsüne dayanan sözümona liberal ekonomik döngü, halk sağlığını hiçe sayma pahasına sürmeliydi. Hizmet çarkının yanında bir de sokak ekonomisi vardı. Vergisiz kazanç üstüne, halka rüşvet olarak kurulmuş bu pazar da engellenemezdi.

Sosyal devlet elbisesini giyemeyen otorite, izolasyonu sağlamak için halkın ölüm korkusu ile oynamaya başladı. Katolik Papa’nın Vatikan’daki vaazı, uzak doğudaki Budist rahibin helikopterden döktüğü şifalı su, Haham’ın duvarda ağlayarak yaptığı tinsel güç devşirme seanslarından farklı olarak, bizim diyanet, bir fiil otoritenin yaptırımcısı olarak işlev gördü.

Halka evde kalmaya çağrıları yapılırken, ona aynı zamanda virüsün yayılma sorumluluğu da yüklendi. Otorite süreci yönetmede, iyimser mesajlar içeren dayanışma pratiklerini esas aldı. Gelen eleştiriler karşısında tek yaptığı, nasıl güçlü bir devlet olduğunu kanıtlamaya çalışmak oldu.

İktidar, gücünü yitirdiği büyük kentlerdeki muhalif yerel yönetimlerin kendi göbeğini kesip, halk adına örgütlenmeye başlamasıyla bekasının tehlikede olduğunu gördü. Bu kez en iyi bildiği, “milli dayanışma” kozunu oynamaya başladı. Bu kampanyanın dışında kalacakları lanetlemeye, suçlu ilan etmeye önceden antrenmanlıydı!

Virüs mutasyona uğrayarak, iktidar için bir “Allah’ın lütfuna” dönüşmek üzereydi. Maliyeden sorumlu bakan ekrana çıkıp, salgın sonrası ekonomide yeni bir dönemin başlayacağı müjdesini vardi. Neredeyse COVİD-19’u bir milat ilan edecekti!

Uzun süredir gündemdeyken birden hız kazanan infaz yasası hazırlığı, kolonya dağıtımı filan derken sanki bir seçim öncesi ortam oluşturuluyordu.

Dünya, salgın sonrasında bambaşka bir yaşama geçileceğini, neoliberalizmin sonunun gelebileceğini tartışa dursun, bizde salgın bir beka koruma sürecine evrilmişti. Bakalım bunu da görecek miydik; iktidarın bu kaostan da güçlenerek çıkacağını?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları