Anayasa Yorumu

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Anayasa’nın 101. maddesi, cumhurbaşkanı adayı gösterebilmek için iki yol öngörmüş: 
1- En az yirmi milletvekilinin yazılı öneri vermesi. (Milletvekillerinin özgür iradesi aranıyor.) 
2- Yüzde 10 barajını geçen siyasi partilerin ortak aday göstermesi. 
Yani anayasanın 101. maddesi, “ortak aday”lıkta tek tek milletvekillerini değil, siyasi partilerin kararını öngörüyor. Oysa biz biliyoruz ki, “ortak aday” Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, Kemal Kılıçdaroğlu partisinin MYK’sine, PM’sine ve Meclis Grubu’na hiç danışmadan, yetkili organlardan karar çıkarmadan tek başına belirlemiş; MHP lideri Devlet Bahçeli’ye sunmuş, Bahçeli de partisinden karar çıkarmadan benimsemiştir. Ardından da, parti kararı çıkarılmış gibi “aday”a imza vermeleri iki partinin milletvekillerine bir anlamda dayatılmıştır. 
Özetle, ortada ciddi bir yöntem ve yorum hatası kuşkusu vardır... 

Yollar Kesik  
Yargı-Sen Genel Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, sendikasının bir toplantısı için geçen ay gittiği Van’dan izlenimlerini anlattı: 
Iğdır, Şanlıurfa, Hakkâri üçgenindeki meslektaşlarımızın ilgi göstererek katıldığı toplantı bir gerçeği ortaya çıkardı. Toplantı devam ederken, öğlen sonrasında saatler ilerledikçe PKK yolları kestiği için ulaşım sorunu yaşandığı, bu nedenle toplantının erken sonlandırılması dillendirildiğinden, toplantı da erken sonlandırıldı. 
Terör örgütü artık yargıdan kaçmıyor, kendisini adeta asayişi sağlayan bir organ konumunda görüyor, korumasız bırakılan yargıç ve cumhuriyet savcıları yani yargı ise terör örgütünden kaçar duruma sokuluyordu.” 
Eminağaoğlu, bu tabloya İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Başbakan’ın, hatta tüm siyasi partilerin söyleyecek bir sözleri olması gerektiğini söyleyip ekledi: 
Cumhuriyetin içine düşürüldüğü, yargının getirildiği, çözüm süreci denilerek aslında devletin ve milletin çözüldüğü tablo böyle. Aksini söyleyen var ise, ben buradayım.” 

Bölge Öncelikleri Kimin İçin? 
ABD’nin petrol çıkarları adına böldüğü Irak’ta, aynı sömürgeci güçler, din adına insan kanı döken karanlık çağdan fırlamış bir grubu, kına sokulacak bir kama gibi kullanıyor. Bir yandan sömürgeci güçlerin bölgede en çok güvendiği ve koruduğu Kürtlere (aşiret reisi Barzani üstünden) bir parmak bal (Kerkük) sunulurken; tehlike olarak görülen İran ile Suriye arasına mezhepsel (Sünni) bir tampon bölge kurgulanıyor. 
Kısacası, mezhepler ve etnik kökenler; her zamanki gibi emperyalizmin oyuncağı oluyor. 
Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı da, IŞİD’in gerçekleştirdiği eylemlerin bölgedeki kimi dengeleri değiştirdiğini düşünüyor:
Irak’ta Kürt Bölgesel Yönetimi, IŞİD’e karşı koyabilen tek yerel güç olduğunu kanıtladı ve bölgesinde yalnızca Kürtlerin korunması ile de sınırlı kalmadı; IŞİD’in saldırısına uğrayan Türkmenler de büyük ölçüde bu yönetime sığınmak zorunda kaldı. 
Elde ettiği petrolü Ceyhan üzerinden pazarlama olanakları kazanması ve Türkiye ile daha olumlu ilişkiler içine girmesi de anılan yönetimin daha da güçlenmesine neden oldu. Bu nedenledir ki, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi son aylarda bağımsızlık ilan etmekten söz etmekte, bu yönde Bölgesel Yönetim Meclis Başkanı aracılığıyla ABD ile temas kurma girişimlerinde bulunduğu gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası Kürtleri Ortadoğu’da ‘dörde bölen’ olarak değerlendirdikleri İngilizlere de mesajlar gönderiyor.” 
Pazarcı, Suriye’de artık Rojava bölgesi olarak anılan Kürt bölgesinde, IŞİD ile yerel Kürtlerin yönetimi PYD arasında da çatışmaların hız kazanmış göründüğünü belirterek diyor ki: 
Irak Kürtleri ve Barzani yönetimi yanında, PKK tarafından da desteklenen Rojava Kürtlerinin bağımsız bir Kürt devletine ulaşmaları o kadar kolay görünmemektedir. Zira bunun sağlanabilmesi için bölgenin karmaşık koşullarının buna izin vermesi ve bölgede düzen kurucu rolünü üstlenen etkili devletlerin bunu desteklemesi gerekmektedir. Şimdilik ABD, özellikle Irak’ın üçe bölünerek orada İran ile ittifak ve işbirliği içinde bir Şii devletinin kurulması ve bu durumun Körfez ülkelerini de etkilemesi tehlikesi nedeniyle, böyle bir gelişmeyi desteklememektedir. Ancak önümüzdeki yıllarda bu karmaşık bölgenin koşulları yeni çözümlere olanak verirse, İsrail’in de desteklediği, bir Kürt bağımsız ya da konfederal devletinin ortaya çıkması da söz konusu olabilecektir. Tabii, bütün bu tür gelişmelerde Türkiye’deki ‘Kürt çözümü’ modelinin de önemli etki hatta katkıları olması olasılığı büyüktür. Ortadoğu’daki gelişmelerin ve TBMM’deki ‘Kürt Çözüm Yasası’nın kapsamı, siyasal ve stratejik etkilerinin duyarlılıkla izlenmesi Türkiye’nin geleceği açısından büyük öneme sahiptir.” 
Şu anda yaşananlardan görüyoruz ki; Türkiye’nin değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın sultanlık geleceği öncelenmiş durumda. Gizli-açık iç ve dış politik adımlar ile pazarlıklar bu önceliğe göre yürütülüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları