Cehennem yurdum artık

13 Eylül 2015 Pazar

 

Hepimiz o fotoğrafı gördük. Suriyeli küçücük bir kız çocuğu genç bir polisle oyun oynuyor. Kızın yüzündeki sevinç tarifsiz. Dünyanın bir yerinde çekilmiş bir fotoğraf ama bize de ulaşmış. Ben bu fotoğrafı gördüğümde hüngür hüngür ağlamaya başladım. Günlerdir tuttuğum gözyaşlarım denetimden çıktı. Yurdum için ağladım, yurdumda iktidar hırsıyla deliren bir devlet örgütü ile gene iktidar hırsıyla ne yaptığını bilmeyen bir terör örgütü arasında kalan ve yaşamlarını yitiren bütün küçücük çocuklar için ağladım.
Hiçbirimiz iyi değiliz! Derin bir çaresizlik içinde debelenip duruyoruz. Anneyiz, bir an gözlerimizi kapatıp tek kurşunla başından vurulan çocuğumuzun ölü bedenini kokmasın diye derin dondurucuda beklettiğimizi düşünüyoruz. Ve her dakika o dolabın başına gidip çocuğumuzun ölü bedenini öperek uyandırmaya çalışıyoruz. Bir cehennemde yaşamaya çalışıyoruz. Tamam artık hiçbir haber programı izlemeyeceğim, hiçbir ölüm haberine bakmayacağım!
Çareler üretmeye çalışıyoruz, cehennem ateşini hissetmemek için. Ama ateş bizi buluyor. Pazara gidiyoruz, her zaman alışveriş yaptığımız tezgâhların bir kısmı bomboş. “Neden” diye soruyoruz, boş tezgâhın komşusu tezgâhtan biri canı sıkkın şöyle diyor: “Onlar Doğu’dan gelmişlerdi, korktular bugün tezgâh açmadılar.” Donup kalıyoruz.
Yeniden bu yüzyılda Kerbela olayını yaşayan Doğu ve Güneydoğu düşüyor aklımıza. Marketin evlere servis yapan gencecik çalışanına sıkı sıkı tembihliyoruz: “Aman, sakın Kürtçe konuşma. Cep telefonunu açma.” Çünkü telefondaki annesi olabilir ve o sadece Kürkçe biliyor. Tembihi yaptığımızda yüzü sararıyor ve siz onun annesi yerine kendinizi koyuyorsunuz. Daha üç gün önce sadece ve sadece Kürtçe konuştuğu için öldürülen bir gencin haberini almış. Bu anne yüreği gurbete çalışması için yolladığı çocuğunun sesini duymadan nasıl yaşar?
Kutsal kitaplar, cehennemi, hiç bitmeyen kocaman bir yangın olarak tarifler. Şimdi biz de bitmeyen bir yangında yaşıyoruz bir arkadaşımın dediği gibi. “Çünkü arabasının çevresini sarıp arabayı epeyce bir hırpalamışlar.” Aldıkları hazdan gözü dönmüş bir güruh elinde ateş ülkeyi bir yangın yerine çeviriyor. Devletten izin almışlar!
Öte yandan artık misyonunu tamamlamış bir terör örgütü, içlerinde illa ki ajan provokatörler vardır, en çok da kendi halkına zarar veriyor. Onlar da dağdaki iktidarlarını yitirmek istemiyorlar. Ve epeydir sloganları “yaşasın ölüm!” oldu. Adeta devletten izinli kıtalarla birlikte cehenneme sürekli ateş topları fırlatıyorlar. Bu arada gencecik bir garson, elinde çorba kâsesi nereden geldiği anlaşılamayan bir kurşunla yere yıkılıyor. Oysa bir ay önce bu işi bulduğu için nasıl da sevinmişti. Sabahları nasıl da heyecanla ayağa fırlayıp çorbacıyı ilk açan olmak için nasıl da hızlı hızlı yürümüştü.
Şimdi öldü. Hayalleri neydi hiç kimse bilmiyor.
Cehennemde yaşarken cehennem ateşinin neden hiç sönmediğine dair bilgiler de ediniyoruz. Mesela, Hürriyet gazetesine yapılan baskınlardan sonra işadamları belli yazarlara telefon edip geçmiş olsun demişler. “Ama ne olur bizi deşifre etmeyin. Korkuyoruz.”
Vay canına, “istikrar diye diye” siz bu yönetimi başımıza çıkardınız. Bu zamanda bile devletle göbek bağınızı koparmadığınız için (bizdeki özel sektör devletle büyür) elbette korkuyorsunuz. Aslında hayatımızı cehennem kılan biraz da sizlersiniz.
Peki bu cehennem ateşi hiç söndürülemez mi? Söner, ne zaman ki biz bütün konforlarımızdan vazgeçip Cizre de bizim, Bodrum da bizim dediğimizde söner!

Not: Kürt siyasi hareketinin saygın ismi Leyla Zana “çocuklar ölmesin biz ölelim” diyerek ölüm orucuna başlama kararı aldı. Çağrısı bence en çok terör örgütüne. Bir kadın olarak, bir yurttaş olarak bu eyleminde bizi yanıbaşında hissetsin istiyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları