Devletimiz çok şefkatlidir: Hrant Dink’in katili serbest!

19 Kasım 2023 Pazar

Sevgili okurlarım İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde artık geleneksel hale gelen “Hadi Bir Film Yapalım” başlıklı yeni bir film atölyesi günlerim başladı. Bu işi seviyorum. Her meslekten, her yaştan insanlarla hep birlikte umudu yeniden yeşertmek müthiş bir şey ve hikâyeler hikâyeler... Zaman akıp geçiyor ve hep birlikte savaş karşıtı bir filme hazırlanıyoruz.

Nasıl bir ülkedeysek her an içimizdeki sevinci, neşeyi donduran bir haber, bir olay gelip bizi buluyor. Başlıkta da söyledim devletimiz çok şefkatli, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ı iyi halden tahliye ediveriyor! İyi halden! Ah, yüreğim sakin ol.

Ve birden yıllar önce bir kısa film atölyesinde yaşadıklarım aklıma geliveriyor. Bir de sokağın soğuk taşlarında yatan Hrant’ın altı delik ayakkabısı... Aynı deliği otobüs beklediği durakta sağcı militanlar tarafından öldürülen hocam Cavit Orhan Tütengil’in ayakkabılarında da görmüştüm.

Çaresiz sizlere bugün yaptığım dersi anlatmalıyım:

Öğrencilerim her yaştan, her meslekten. Bir anayasamız var, “İnsana ait hiçbir şey bize yabancı” değildir başlığıyla başlıyor ve “Tüm insanlar hiçbir ayrım gözetmeksizin bizim dostlarımızdır” diye devam ediyor.

Anayasamız böyle olunca o hafta öğrencilerim, hem gazetelerde hem de sosyal medyada yoğun bir biçimde yer alan bir olayı tartışmak istiyorlar. Olay, Ermenek’teki bir madende boğularak ölen ve günler sonra cesedi çıkarılan işçi Tezcan Gökçe’nin babası Recep Gökçe’nin cenazeye yırtık bir lastik ayakkabı ile katılması ve daha sonra valilik emriyle ona devlet tarafından fiyatı 11 lira olan bir lastik ayakkabı gönderilmesi. 

Sınıfta fikirler uçuşmaya başlıyor. Bir süre sonra atölye adeta ikiye ayrılıyor. Bir kısmı babanın bu ayakkabıyı giymemesi gerektiğini, bir kısmı da “Ne yapsın, şimdi giymesek nankörlük olarak değerlendirilir, diye düşünmüştür” diyor. 

Ben de hocalık yapıp herkese söz veriyorum ve sorularla her iki tarafın da düşüncelerini diğerlerine sağlıklı bir biçimde aktarmasını sağlamaya çalışıyorum. Açıklamalar geliyor: 

“Babanın artık kaybedecek nesi var? Giymeyecekti!”

“Bizde devlet, baba yerine geçer. Baba ise hem sever hem de döver. Yeni ayakkabı devletten gelmiş. Baba bu düşünceyle ayakkabıyı giymiştir.” 

“Devlet nedir? Bizim vergilerimizle toplumda düzeni sağlaması gereken bir organizasyon. Bizim için var. O babaya da hiçbir şey lütfedilmiyor. Bir de alay eder gibi 11 liralık lastik ayakkabı gönderilmiş.”

“Arkadaşlar ayakkabı acaba kutusuyla mı verilmiş, kutusuz mu?” 

“Şimdi biraz baba açısından düşünelim. Kapısına kadar gelinmiş, ayakkabı önüne konmuş, getirenler bekliyor, adamcağız ne yapacaktı? Zor bir durum. Giyse bir türlü giymese bir türlü.”

“Baba oğlunun neden öldüğünü biliyor. Oğluna kendisi söylemiş, ‘O madene gitme’ diye, kim bu madenlerden sorumlu, kim izin vermiş. Devlet! O zaman o ayakkabıda oğlunun kanı var. Sadece onun değil, birlikte ölen arkadaşlarının da! Öyleyse ‘Lanet olsun bu ayakkabıya’ demeliydi.”

“Bunu neden bu kadar büyütüyoruz. Belki de adam, ‘Hazır ayakkabı ayağıma gelmiş, ben de giyerim’ diye düşünmüştür.”

“Ama o madende boğularak ölen bir işçinin babası! Üstelik günlerce çocuğunun cesedi çıksın diye bekledi.”

“O kadere inanan bir insan. Ayrıca belli ki, her zaman devletin de yanında olduğuna inanıyor. Bu onun acısını dindiren bir şey. Ayakkabıyı giymesi de doğal!”

“Hocam bundan bir kısa film senaryosu bile çıkar.” 

“Çekim için madene mi gideceğiz?” 

“Hayır, bizim sadece bir yoksul ev bulmamız gerekli. Babanın evi. Sonra ayakkabıyı getiren resmi bir araba lazım bize. Lüks olması gerekiyor; çünkü resmi arabalar son model.” 

“Hocam buradan baba olayına geçebiliriz. Bütün kültürlerde baba modeli, otoriter bir modeldir.” 

“Ben buna katılmıyorum. Baba koruyucudur, bize doğru olanı gösterir.” 

“Ama bazen baskıcıdır da!” 

“Arkadaşlar, tamam baba modeli üstünde durabiliriz. Burada da baba devlet ama bu babanın bazı çocukları üvey evlat bazıları da öz evlat!” 

“Biz hangisiyiz, öz mü üvey mi?” 

“Olayı bizden çıkaralım!” 

“Arkadaşlar bir de şöyle değerlendirelim. Bu baba ertesi gün cenaze fotoğraflarında kendinin yırtık ayakkabılar çekilmiş ve kocaman basılmış fotoğraflarını gördü. Hiç tahmin edemediğiniz kadar utanmıştır! Bu utancın üstüne gitmeyelim.”

“Babayı yırtık pabuçla cenazeye getirenler utansın!”

“Eyvah vaktimiz doldu. Gelecek hafta devam edelim mi?”

Burada artık sözü ben almalıyım: “Herkes olayı bir kısa film hikâyesi haline getirsin. Bakalım neler yapabiliriz?”

Ne yazık ki ders bitti ama acımız hiç dinmiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları