Geçmiş yok artık...

30 Eylül 2015 Çarşamba

Sevgili okurlarım herkes bayram yapar da yazarlar yapmaz mı? Ben de bu bayram bolca film izledim. İzlediğim filmlerden biri beni öylesine acıttı ki sizlerle paylaşmadan edemedim. Film sanki, bir zamanlar dünyayı değiştireceğimize inanan ve inatla bu inancı sürdüren bizlerin hikâyesiydi. Bir İsrail filmiydi. Adı: SON. Yaşlı bir çift Tev Avin’de, şehir dışında yoksul bir mahallede yaşıyor. Yaşadıkları apartman öylesine harap ki binanın her yerinde kötü sigortalara bağlanmış elektrik telleri sarkıyor. Yaşlı adamın adı Bert, ondan biraz daha küçük karısının adı ise Hayuta. Öylesine az bir parayla yaşıyorlar ki, günlük politikayı izlemeyi iş edinmiş Bert, komşularından önce kalkıp kapıların önündeki gazeteleri çalıyor, evet düpedüz çalıyor. Bu yaşlı çiftin evine bir gün bir sosyal güvenlik görevlisi geliyor ve ikisini de muayene ediyor. Sonuçta kadının ilerlemiş bir kanseri olduğu ortaya çıkıyor. Sosyal güvenlik uzmanı bir reçete yazıp karıkocayı kendi hallerine bırakıyor.
Film kadının ve erkeğin bir gününü anlatıyor. Hayuta kendine verilen ilaçları almaya gidiyor ama sadece tek bir ilaç için parası var. Genç eczacı kadının yüzündeki çaresizlikten öyle etkileniyor ki, bir ilacın parasını kendi cebinden ödeyerek kadına veriyor. Bu arada eski bir komünist parti militanı olan Bert, elinde ev telefonu (cep telefonları yok) sabırla radyoda bir programın başlamasını bekliyor. Program başlıyor, ilk konuşmacı Bert oluyor. Hemen herkesi bir gün sonra kent merkezindeki parkta yapılacak, partinin 56. kuruluş yıldönümüne davet ediyor. Bert devam ediyor, halen dünyayı değiştirme güçleri olduğuna inanan insanlarla partiyi yeniden yükseltebileceklerini söylüyor. Program yapımcısı onun söyleve dönüşen sözlerini kesmek zorunda kalıyor.
İlaçlarını alan Hayuta, bir kahvede soluklanıyor ama sadece su içecek parası var, var olan birkaç kuruşuyla sinemaya gitmek istiyor: hayatı boyunca en sevdiği şey film izlemek. Sonra Hayuta’yı bir telefon kulübesinde Almanya’da yaşayan oğluyla konuşurken görüyoruz. Anlıyoruz ki oğlan evi terk etmiş, babasıyla kavgalı. Hayuta, telefon konuşmasından sonra bir marketin bozulmuş yiyeceklerin atıldığı bölümüne giriyor, yiyecek seçmeye çalışan Hayuta’nın karşısına Rus sevgilisi Olga’yı yitirmiş, yarı delirmiş bir genç adam çıkıyor. Adam sürekli sevgilisinin adını sayıklıyor. Hayuta şefkatle adamın başını okşayıp “tamam” diyor “onun görürsem Sebastian seni arıyor” diyeceğim.
Bu arada Bert evdeki birinci baskı ve imzalı bazı kitaplarını bir sahafa götürüp satmak istiyor. Sahaf “bunların artık modası geçti” diyerek az bir parayla kitapları satın alıyor. Bert bu parayla hemen bir kostümcü dükkânına gidip, kendisine ve karısına çok şık elbiseler kiralıyor. Ertesi gün partinin kuruluş yıldönümüne gidecekler ya, hem kendisinin hem karısının çok şık olmasını istiyor.
Giysilerle eve gelen Bert, elektriğin olmadığını görüyor, atan sigortaları tamir edemiyor, bunun üzerine mumlar yakarak karısını karşılıyor. Takım elbisesini de giymiş. Yorgun argın gelen karısına “Yarın büyük gün, gene mücadelemize başlayacağız!” diyerek sarılıyor. Karısı onun yüzüne bakıp belki de ilk kez, “Biz kaybettik” diyor, “anla artık dünya başka bir yer!” “Ve ben senden şu anda sadece bana bakmanı istiyorum.” Bunları söyleyen Hayuta birden bayılıyor. Ayıldığında çok üşüyor, o zaman Bert ömür boyu kendisiyle birlikte gelen kitaplarını ocağa atıp odayı ısıtmaya çalışıyor. Kendine gelen Hayuta kocasının onun için kiraladığı giysiyi giyiyor ve karıkoca eski bir aşk şarkısı eşliğinde dans ediyor. Hayuta, “Bugün burada ölmek istiyorum” diyor, Bert başını sallıyor, birlikte dışarı çıkıyorlar. Kapatmak üzere olan bir pizzacının onlara uzattığı bir dilim pizzayı bölüşüp yiyor ve karanlığın içinde yürüyerek kayıp gidiyorlar. Film ertesi gün kostümlerin getirilmesini bekleyen kostüm satıcısının kepenkleri indirmesiyle son buluyor. “Son” böyle. Benim çok canım yandı ve kendimin ve çevremdeki hayatları, anları düşündüm. Bugünlerde umutsuz muyum ne?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları