İki Çok Farklı Türkiye

13 Eylül 2011 Salı
\n\n\n

Toplumun algılarını yönlendirmek konusunda uzman bir arkadaşımla konuşuyoruz, birden dedi ki Diyelim ki, iki yabancı misafirin var ve onlara beş gün içinde Türkiyeyi anlatacaksın ve göstereceksin, ne yaparsın?

\n

Hangi Türkiyeyidiye sordum, Canın neyi isterse onudedi. O zaman aklıma bir oyun geldi,bendedim onlara iki Türkiye göstereceğim ve ikisi de çok inandırıcı olacak.

\n

Başladedi. Başladım. Önce iki yabancıyı havaalanından alıp sahil yolundan merkeze soktum. Bu arada bakıyorum, şaşırıp kalıyorlar, bir zamanlar gezdirdiğim iki Japon arkadaşım gibi. Onlar daha ilk başta söylemişlerdi:Türkiye çok zengin, sAmerika dışında hiçbir ülkede bu kadar lüks otomobili bir arada göremezsin.

\n

Bunu biliyorum ya, hemen benzinin litre fiyatını da söyleyiveriyorum. İlk vuruş tamam, zengin bir ülkedeyiz.

\n

Ardından iki yabancıyı, lüks bir otele götürüyorum, ardından da Boğazda ünlü bir lokantaya. Bu arada sürekli otelin bir geceliğini ve yedikleri yemeğin parasını da söylüyorum. Şaşırıp kalıyorlar, fiyatlar acayip uçuk. Üstelik kaldıkları otel dairesi için (Türk parasıyla 22 bin lira) sırada insanlar olduğunu ve bu odada daha fazla kalabilmek için birbirlerine rüşvet teklif ettiklerini de ilave ediyorum. Eh lokantaya da daha önceden yer ayırtmak gerekiyor.

\n

Müzeleri de ihmal etmiyorum. Ardından Kapalıçarşıya geçiyorum. Dünyanın pek çok yerinde kapalıçarşıları gezmiş olan misafirlerim şaşırıp kalıyorlar. Bir altın bolluğu, muhteşem bir zenginlik!

\n

Daha beş gün olmadan yabancı misafirlerim zengin, şaşırtıcı bir ülkede gördükleriyle sersemlemiş bir halde, kalakalıyorlar. Doğrusu bu da benim pek hoşuma gidiyor. Üstelik onları daha her mahallede mutlaka var olan AVMlere götürmedim bile.

\n

Ve sıra geliyor ikinci Türkiyeyi göstermeye.

\n

İki yabancıyı bu kez havaalanından aldıktan sonra şehir içinden merkeze götürüyorum. Karmakarışık bir trafik, sağdan soldan sollayanlar; yabancıların bir anda dilleri tutuluyor, korku tüneline girmiş gibiler.

\n

Onları şehrin merkezinde sıradan bir otele yerleştirip başlıyorum gezdirmeye. Arabamızı önce muhafazakâr bir semtteki bir kız Kuran okulunun önünde bekletiyorum, az sonra çocuk yaştaki kızlar, başları örtülü, ellerinde kitaplarıyla çıkıyorlar. Yüzlerinde hiçbir neşe ifadesi yok. Ardından misafirlerimi Kapalıçarşının labirentlerinde dolaştırmaya başlıyorum. Muhteşem mücevherleri işleyen ustaların basık, havasız mekânları onları şaşırtıyor. Ardından benizleri soluk çocuk işçilerin iki büklüm çalıştıkları merdiven altlarını bir bir ziyaret ediyoruz. Onların ekmeği ekmeğe katık ettikleri mekânlarda onlarla birlikte tek yiyecek olan ekmek yiyoruz, bir de Cola içiyoruz. Bu günlük rızkımız bu kadar.

\n

Gece işimiz uzun; onları ev kadınlarının, küçücük kızların, haplanmış travestilerin iş beklediği herkes için malum caddelere götürüyorum. Ardından birileri bizi evine kabul ediyor. Beş kişinin aynı tuvaleti kullandığı yan yana odalardan geçiyoruz; evdeki yoksulluk bizi etkiliyor. Ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Misafirlerim onların uzattıkları çayı içmekte tereddüt ediyorlar.

\n

Uzun gecenin sonunda, gün ağarıyor. Bu kez bir sığınma evindeyiz ve sığınma evi yöneticisi bize, son bir yılda, namus uğruna, töre uğruna ya da sadece kocasından boşanmak istediği için öldürülen kadınların fotoğraflarını gösteriyor. Ve ardından ekliyor:Öldürülenlerin büyük bir kısmı daha önce devlete başvurup korunmak istemişlerdi.

\n

Sığınma evinden çıkıyoruz. Misafirlerimi soluklansınlar diye Boğaz kıyısında bir kahveye götürüyorum. Yaptığım işten memnun muyum? Hayır ama fazlasıyla mutlu ve zengin ve de demokrasinin işlediği bir ülkedeymişçesine bol keseden atanlardan sıkıldım.

\n

Böyle de bir Türkiye var. Üstelik kimselere mapushane hikâyelerimizi anlatmadım... Binlerce tutuklunun ceza almışçasına gün saydığı cezaevlerimizi göstermedim.

\n

Mutlu, zengin, kalkınmış bir Türkiye masalı anlatanlar bu ülkeyi bir de benimle gezsinler.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları