‘Ne kadar az yalan söylersek o kadar iyi’*

09 Eylül 2015 Çarşamba

Şimdi bazı durumları sorgulamanın zamanıdır. Bu ülkede yaşayan herkes Dağlıca’yı ve Dağlıca karakolunu bilir. Sırayla başlayalım: 21 Ekim 2007’de 12 asker, 19 Haziran 2012’de 8 asker bu karakolu savunurken şehit olmuştu. Şimdi bu nasıl bir iştir? Övündüğümüz ordu sürekli PKK’nin başarı hanesine yazılan bu karakolu neden farklı bir donanıma geçirmemiştir? Bütçesini bilmediğimiz Silahlı Kuvvetler bu denli stratejik bir noktada sürekli yenilgiye uğramakta, sürekli şehit vermektedir. PKK bu baskınla tüm dünyaya adeta “Bakın ben böyle güçlüyüm!” mesajı vermiştir. Bazı yerlerin böyle tarihsel çağrışımları vardır.
Pazar gecesi neredeyse sabahladım ama Genelkurmay Başkanlığı bir türlü kaç kişinin şehit olduğuna dair bilgi geçemedi. Neden? Ülkeyi kaosa sürüklememek için mi? Yoksa şehit sayısı yabancı kaynaklardan aldığımız haberlere göre tahminlerden çok mu fazla? Bölgede askerlik yapan çocukların anneleri, babaları, kardeşleri, sevgilileri o gece ölüp ölüp dirildi. Unutmayın bir bilgisayar oyununda değiliz, gerçek ve kanlı bir savaştan söz ediyoruz.
Dostlarımdan biri sosyal medyada soruyor, “Çok güçlü olduğunu bildiğimiz ordumuz neden PKK karşısında sürekli yenilgi alıyor?” Yanıtı çok basit, ordumuz gerçekten güçlü mü? Sosyal bilimlerde bir kural vardır. Bir ülkede genel yönetim düzeyi neyse hiçbir kurum bu düzeyin üstüne çıkamaz! Nasıl yönetildiğimizi de bilmeyen yoktur. Soralım, bu zırhlı araçlar neden bu kadar korunaksız? Bunları hangi firma yaptı? Kontrolleri yapıldı mı? Benim gördüğüm ki, sizler de görüyorsunuz bunların zırhları hava cıva, patır patır dökülüyorlar.
Gene devam edelim. PKK bu kadar ciddi bir saldırı gerçekleştiriyor ama bölgeye giden birliklerin bundan haberi yok. Bu nasıl bir istihbarattır. Biraz savaş kitaplarına ve filmlerine ilgili, sıradan kişiler bile, kazanmak için istihbaratın önemini bilirler. Öyle elini kolunu sallayarak, “bize bir şey olmaz” mantığıyla özellikle de o bölgede dolaşılmaz.
Açıkça söyleyelim, özel harekât dışında bölgeye gönderilen Mehmetçikler bu savaşa ne kadar hazırdırlar? Psikolojik olarak testlerden geçtiler mi? Hayatında dağ görmemiş, bir gün bile sivri kayalıklarda dolaşmamış bir Orta Anadolu insanını bölgeye yolladığınızda ne olur? Önce dağlardan korkar. Buna bir de nereden geleceği bilinmeyen kurşun korkusunu ekleyin, Tanrım sen esirge!
Şunu bilmemiz gerekir, sık gittiğim için tanık oldum, oralarda hiçbir şey doksanlarda olduğu gibi değil. Bölgenin bilinç düzeyi sanıldığından daha da artmış durumda ve insanlar gerçekten savaş istemiyorlar. Ama bölge bir kez daha ateşe atıldı. Ama sanılmasın ki, Cumhurbaşkanı istedi diye insanlar komşularını ihbar edecekler. Böyle bir şey olmayacak. Bölge halkı çektiği bunca zorluğa rağmen PKK’lileri ihbar etmez. Çünkü savaş başlamıştır.
Şimdi gelelim pazar gecesine, Davutoğlu’nun bir şehit çocuğunu alıp maç izlemesine. Evet duyduk ki, AKP eski ayarlarına dönmek için bazı yeni halkla ilişkiler çalışmaları yapıyormuş. Davutoğlu’nun şehit çocuğuyla maça gitmesi de bunun bir parçası. Ama bence ters tepti, Davutoğlu’nun Dağlıca olaylarını bildiği halde pek bir neşeli görünerek golleri alkışlaması görülmeye değerdi. Neyse ki, küçük şehit çocuğu tüm şehit çocuklarının acılı ifadesiyle vakur bir biçimde onların neşesine katılmadı. Röportaj veren Cumhurbaşkanı da herhalde röportaj heyecanıyla durumu tam anlayamadı. “400 milletvekili olsaydı bunlar olmazdı” dedi, umarım heyecanındandır. Başka türlü düşünmek istemiyorum!
Evet, savaş başladı. Ama hâlâ durdurulabilir. Batıdan anneler, babalar, kız kardeşler, sevgililer akın akın bölgeye gidip, çocuklarına sahip çıkabilirler. Özellikle de muhalefet partileri topluca bölgeye gidip direnişe geçebilirler. Dayak yiyebilirler, bölgeye giriş çıkışları yasaklanır. Ama bunu yapmalılar, çünkü onlara oy verenler ölüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları