Ruhumuzdan merhameti çaldılar!

06 Eylül 2015 Pazar

Şaşılacak bir şey, ne kadar da nariniz, ne kadar da hisliyiz, kıyıda kaskatı duran Aylan’ın cesedi başında tartışıyoruz: “Bunu yayımlamak etik değil, insanlar incinir. Vicdanları rahatsız olur!” Ne oluyor sizlere? Bizlere? O fotoğraf hepimizin başucuna asılmalı. Bizi hep rahatsız etmeli.
Denize girerken o sularda çırpınan Aylan gelmeli aklımıza, çocuklarımıza dondurma alırken de! Şimdi mazeretler hazır? Ben ne yapabilirim ki, yapabilirsiniz. Ama önce şu çok hisli halinizden bir kurtulun! Önce şu gerçeği kabul edin! Bir gün ben de mülteci olabilirim, benim çocuklarım da, torunlarım da Ege’nin, Akdeniz’in sularında boğulabilir, cesedi kıyıya vurabilir. Ve düşünün bu fotoğraf sadece savaşlarla beslenen silah şirketlerini ve onların hissedarlarını sevindirmiştir. Gözünüzü, kulağınızı, ağzınızı kapatarak, “ay bakamıyorum” diyerek sadece ve sadece onların ekmeğine yağ sürersiniz.
Biz merhametli bir ülkeydik, ne oldu bize? Yıllardık sağ iktidarlar ruhumuzdan merhameti çaldı. Bizleri birer tüketim robotuna çevirdiler, asıl ölüm budur!
Merhametini yitirmiş bir ülke! Kendimizi yeniden hatırlamamız gerek, şimdi size bir belgesel filmden söz edeceğim. Tahsin İşbilen’in yaptığı “Asya Minör Yeniden” adlı belgesel. Şöyle, zamanlar İkinci Dünya Savaşı zamanları Almanlar Yunanistan’ı işgal etmiş, Adalar birer birer Almanların eline geçiyor ve her türlü zulüm başlıyor. Kim itiraz ediyor kurşunu yiyor, çocuklar ve kadınlar aç öylece bekliyorlar.
Adalardan Samos Adası en direnişçi ada, partizanı en çok ada ve çare yok partizanlar, çocuklar ve kadınlar, kendilerini Türkiye’nin karasularına atıyorlar.
Kimileri Karaburun’a çıkıyor, kimileri Aliağa’ya, kimileri Kuşadası’na. Geldikleri ülke savaş nedeniyle yiyeceği içeceği kıt bir Türkiye, bu arada hem Yunanlılar, hem Türkler bitten kırılıyor. Ama gelenler komşudan gelmiş, buyursun gelsinler. Son ekmekler kardeşçe paylaşılıyor, evler açılıyor, yataklar seriliyor ve yaklaşık 3 bin Yunan mültecisi yaşama şansına kavuşuyor. Belgeselde konuşanlar çok güzel hikâyeler anlatıyorlar. Birini anlatmadan geçemeyeceğim. Gece vakti su alan bir sandalla yirmi partizan denize açılmış; ay yok, deniz karanlık ama partizanlar Türkiye kıyılarına yaklaştıklarını hissediyorlar ve hep bir ağızdan Enternasyonal’i söylemeye başlıyorlar.
Deneyimli bir partizan onları uyarıyor: “Yapmayın arkadaşlar, tedbiri elden bırakmamamız gerek.” Partizanlar seslerini daha da yükseltip yanıt veriyorlar: “Yapma bre Yorgo artık özgür topraklardayız! Özgür!” Sonra mı onları karşılayan Türk balıkçılara da şarkıyı öğretiveriyorlar.
Bu filmi anımsarken Suriye’den Kobane’den savaştan kaçıp ülkemize sığınan mültecilerden yoğun bir nefret duymamıza neden olan ne diye düşündüm. Bu böyle, çok kez tanık oldum.
Bence bu nefreti körükleyen, bizim merhametimizi en çok çalan AKP iktidarı oldu. Çünkü ironik bir biçimde her Suriyeliyi gördüğümüzde, farkında olmadan Tayyip Erdoğan’ın savaş politikası aklımıza geliyor ve en kolay Suriyeli mülteciyi suçluyoruz.
Kaç kez, onlara şöyle bağırıldığını duydum: “Git Tayyip sana baksın!” Öfkemiz başka bir yöne kaydı, merhametimiz kilitlendi. Şimdi yeniden merhametimizi geri almak zamanıdır. Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde yurttaşlar mültecilerin işlerini kolaylaştıran, onlara insan olduklarını yeniden anımsatan örgütlenmeler başlattılar. Bir kız çocuğuna uzattığınız bir bebek bile önemli.
Mahallede organize olup, özellikle İzmir’de kıyıda bekleyen insanlara yemek, soğuk su götürmeniz mümkün. Kışın kapalı duran yazlıklarımızı neden onlara açmıyoruz? Merak etmeyin onlar hırsız değil onlar sadece savaşta ölmemek için evlerini barklarını bırakıp kaçmak zorunda kalan insanlar! Hadi bir el verin!

Not : Dün gazetede yayımlanan Dersim izlenimleri yazımda 1934 yılı 1938 olacaktı. Tüm okurlarından özür dilerim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları