Sivil İtaatsizliğe Övgü

06 Ocak 2015 Salı

Hizmet aldığım kanalda, ısrarla onlarcası önüme gelen “suç” filmlerini izliyorum. Hemen hepsi kapitalizmin dünyayı getirdiği duruma isyan eden insanların topluca ya da tek tek gerçekleştirdikleri “sivil itaatsizlik” eylemleriyle dolu.
Anlaşılan o ki, pek çok insan dünyanın kapitalizmin aracılığıyla yok edilmesine karşı bir şeyler yapmak gereğini hissediyor. Yoksa karşıma çıkan her on suç başlıklı filmden yedisi sivil itaatsizlik üstüne olmazdı. Çünkü filmler, özellikle de “bağımsız filmler” bize endişelerimizi, içinde bulunduğumuz durumu çok önceden işaret eder. Anlaşılan o ki, insanlar artık bir ortaoyununa dönen demokrasinin bir hal çaresi olmadığının farkındalar. Çünkü dünyaya demokrasi diye yutturulan düzenin sadece ve sadece zenginleri, büyük şirketleri koruduğunun farkındalar, çünkü bunun binlerce örneği var. O zaman yaşasın sivil itaatsizlik ve suç!
Birkaç örnek vermek istiyorum; bir Amerikan kenti, ilaç sanayii kentin can damarı. Ve ilaç üretilen büyük tesislerden, kent suyuna kanser yapan atıklar akıtılıyor. Ve kentten taşınamayan yoksul insanlar bu suyu mümkün olduğunca az kullanmaya çalışıyorlar. Biliyorlar çok çocuk öldü, kanser ve diğer hastalıklar kapıda. Tüm protestolara rağmen, senatörleri, milletvekillerini satın alan şirket atıklarını atmaya devam ediyor. Meğer biz bilmiyormuşuz, Amerika’da küçük küçük örgütler oluşmuş, özellikle ilaç ve gıda sektörünü takip eden, birlikte yaşayan, tüketimi en aza indirgemiş -genç ya da yaşlı fark etmez- insanlardan oluşmuş örgütler. Öte yandan dört ya da beş kişiden oluşan bu küçük örgütlerin ne zaman ne yapacağını öğrenmeye çalışan güvenlik şirketleri de sürekli onları takip ediyormuş. Eylemlerini önceden kestirip engellemek için.
Benim tanık olduğum örgütte, bir zamanlar sınır tanımayan, Nijerya’da çalışmış bir doktor var, elleri sürekli titrediği için artık işini yapamıyor. Çünkü Nijerya’ya orduyla anlaşmalı olarak antibiyotik gönderen bu ilaç şirketi, oraya yan tesirleri tam olarak denenmemiş bir ilacı yollamakta hiçbir sakınca görmüyor. Doktorun birlikte çalıştığı kız kardeşi bu ilaç nedeniyle deliriyor, intihar ediyor ve kendisi de artık doktorluk yapamıyor.
Örgütte gencecik bir kız var. Kentteki dev ilaç şirketinin yönetim kurulu başkanının kızı.
Gözlerinin önünde küçücük çocukların nasıl acı çekerek öldüğünü görmüş, bu nedenden ailesiyle ilgisini kesmiş ve tek amacı bu dev şirketi dünyaya teşhir etmek!
Ve dünyanın derdini dert edinmiş başkaları. Bir ormanda hep birlikte çöpten aldıkları yiyeceklerle yaşıyorlar. Ve plan yapıyorlar, öncelikle denenmemiş antibiyotikleri yollayan yönetim kurulunun bir tanıtım toplantısında, tüm yönetim kurulu üyelerine şampanyanın içinde o antibiyotikten veriyorlar. Size bu çok vahşi mi geldi? Hemen söyleyeyim, ölümcül miktarda değil, kalıcı hasar yapacak miktarda değil, sadece onları o muhteşem, görüntüye alınan tanıtım toplantısında sürekli tuvalete koşturacak kadar. Eh anlayan anlıyor.
Gelelim diğer olaya; örgüt gene muhteşem bir planla şirket yöneticisi adamı ve karısını, yani örgütteki kızın anne-babasını kaçırıyor ve tam da atıkların kent suyuna bırakıldığı saatte onlara suya girmelerini emrediyorlar: Senatörleri, milletvekillerini, savcıları satın alabilirsiniz ama hadi şu çok temiz dediğiniz suya bir girin bakalım! Anne ve baba kıza yalvarıyorlar, babanın gerçekten hiçbir şeyden haberi yok, atıkların düzgün dağıtıldığını düşünüyormuş, annenin ise haberi var. Ve baba ağlayarak atıkların tam da boşaldığı saatte suya giriyor.
Evet, böyle dünyadaki adaletsizliği, gözümüzü her altı kez kırptığımızda bir çocuğun açlıktan öldüğünü bilmek; buna karşılık, mesela ben geçenlerde gördüm, bir kadın masada oturuyor, karşısında gencecik bir delikanlı, kadın ona işveli işveli gülümsüyor. Kadının her bir yerinde parıl parıl parlayan takılar var, meğer kadın bir Suudi prensesiymiş. Beni oraya götüren arkadaşım bu işleri bilir, sadece kadının kulağındaki küpeler 200 bin dolarmış. Varın hesap edin ve gözünüzü altı kez kıpın, bir çocuk daha öldü.
Şimdi bir fantastik olaydan söz etmek istiyorum; gene Amerika ve o bölgede on termik santral var. O da ne, birdenbire sanki ağaçlar ve otlar birbirleriyle konuşuyorlarmış gibi tuhaf bir rüzgâr esmeye başlıyor ve ardından insanlar yaptıkları tüm suçları, söyledikleri tüm yalanları itiraf gederek intihar ediyorlar. Ve bir bilim adamı haykırıyor: “Bu bize bir uyarı, tıpkı arıların yok olması, denizleri kasıp kavuran o kırmızı akım gibi bu da bir uyarı. Ağaçlar saldığımız toksinlerden kurtulmak için şiddetli bir evrim geçiriyorlar ve bu evrim sırasında yarattıkları rüzgâr bizleri intihara sürüklüyor...”
Evet, dünya kendini intihara sürüklüyor. Bir düşünün, biz de kendi ayağına kurşun sıkan ülkelerin başında geliyoruz. Biz bu güzel ülkeyi hak etmiyoruz, nerede bir ağaç kesilse, nerede bir görkemli deniz kıyısına otel yapılmak için el konulmaya çalışılsa benim aklıma orada nöbet tutan insanlar geliyor. Bu ara en çok saygı duyduğum kişiler onlar. Çünkü sadece bu ülkeyi değil, dünyayı kurtarmak için yol çıkmışlar. Yaşasın sivil itaatsizlik!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları