Sivil İtaatsizliğe Övgü…

04 Mayıs 2014 Pazar

Bir 1 Mayıs daha geçti. Korkunun diktatörlüğü bir kez daha kazandı. Şimdi açık konuşma zamanı.
Bu 1 Mayıs’ta,
polis bir zamanlar tıpkı Diyarbakır’da BDP milletvekillerine reva gördüğü şiddeti, CHP milletvekillerine de uyguladı. Ve biz ilk kez, sokakta muhalefet milletvekillerinin dayanışmasını gördük. Bence bu 1 Mayıs’ın en büyük kazanımı buydu. Bu sözleri yazmaktan, söylemekten bıkmayacağım, şimdi her alanda sivil itaatsizlik zamanıdır. Sokakta devletin polisinden dayak yiyen milletvekilleri en kısa zamanda Meclis’i boykot edip, sokaklara çıkmalıdırlar. Böyle giderse, ülkenin içine gireceği korkunç karanlıktan onlar da sorumlu olacaklardır. Çünkü yine söylemekten hiç bıkmayacağım, şu anda Meclis’teki varlıkları sadece Erdoğan’ın istediği faşist yasaların çıkması için kılıf uydurulmasına neden olmaktadır.
Bu 1 Mayıs bir kez daha göstermiştir CHP, BDP ve sol partiler Erdoğan zulmüne karşı durmaktadırlar. MHP, her zaman olduğu gibi, güya çaktırmadan iktidarın bir numaralı destekleyicisidir. Onları protesto mitinglerinde, 1 Mayıs’larda göremeyiz.
Şimdi gelelim, kendimizi eleştirmeye. Öğrencilerimle, mahallenin gençleriyle yaptığım görüşmeler bende gençlerin 1 Mayıs’a gitmeye pek de gönüllü olmadıkları duygusunu uyandırmıştı. Nedenini sorduğumda, aldığım en çarpıcı yanıt, “biz Gezi’deyken sendikalar, işçiler pek yanımıza uğramadılar, bu bayrama biz inanmıyoruz”. Gençlerin tarih bilgisinden yoksun olduklarını söyleyerek, bu eleştiriyi savuşturamayız. Demek ki, Gezi’de beklemişler, tıpkı Çarşı Grubu gibi işçilerin de akın akın yanlarına geleceklerini ummuşlar. Elbette Gezi’de pek çok çalışan vardı, üstelik gündüz işte gece eylemdeydiler ama toplu bir işçi katılımı ne yazık ki olmamıştı.
Sendikalar, pek çok mazeret söyleyebilirler ama bir halk sokaklara dökülmüşse, gencecik çocuklar ölmüşse, orada eskinin bildik politikalarıyla iş yürümez. Yepyeni politikalar üretmek zorunluluğu vardır, bu da işçi örgütlerine düşer...
Ne yazık ki, işçi örgütleri (gene bir yığın mazeret ardı ardına sıralanabilir) hantal, eskide kalmış yöntemlerle işi götürmeye çalışmaktadırlar. En basit örnek, bu 1 Mayıs’ta işçi katılımının gülünç derecede az olması. Yollar kapalı gelememişler, polis bırakmamış, öyle mi, siz bu 1 Mayıs’ta yolların kapanacağını bilmiyor muydunuz? Bunun önlemini çok önceden almanız gerekmez miydi? Son anda, fikrini asla değiştiremeyeceğiniz emniyet mensuplarıyla o tartışma neden? Bunun böyle olacağı, kös kös DİSK binasına sığınılacağı belliydi, neden bir B planı yoktu? Örneğin polis size dur dediği anda, yüz tekne, tıklım tıklım dolu, ellerinde 1 Mayıs bayrakları ve dillerinde 1 Mayıs türküleri Boğaz’dan geçseydi? Olamaz mıydı? Ya da aynı anda binlerce balon uçursaydınız. Ve balonların her birinde slogan yazan bir pankart olsaydı düşünebiliyor musunuz, polisler işi gücü bırakıp, balonları vurmaya başlayacaklardı. Dünya âlem bu muhteşem eylemden söz edecekti.
En azından, İstiklal Caddesi’nde çeşitli yerlere yüksek volümlü ses düzeneği kurarak, bir anda boş alanı 1 Mayıs şarkılarıyla doldurabilirdiniz. O şarkılar ki, bizlere tüm anılarımızı geri verdiği gibi, bu kez de ses düzenekleri peşinde koşan polislerin komik durumuna gülerdik.
Neyse söylenecek çok eylem tipi var ama ülkemizi her alanda teslim alan yaratıcı kısırlık, bir Gezi olayları sırasında aşılmıştı, sendikaları çoktan ele geçirmiş olsa gerek. Binlerce sayfalık okunmayan raporlar yayımlayarak ve devletle pek uyumlu eylemler yaparak vakit geçirmeyi seviyorlar.
Sivil itaatsizlik belki onları da harekete geçirir. Tek çıkış yolu bu kaldı. Bu arada Diyarbakır’da 1 Mayıs bir bayram gibi kutlanmış. Kutlanır, barışın keyfini sürebilmek için çok can verdiler.
Not: 1 Mayıs sabahı, çok erken yola çıkarken, benim evin yan tarafındaki inşaatta işçiler harıl harıl çalışıyorlardı. İnşaata girip, “Neden çalışıyorsunuz, bugün sizin bayramınız” dedim. “Ne bayramı kardeş?” dediler, “Bayram tuzu kuruların işidir, bizim için bir yevmiye bir yevmiyedir.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları