Toprak ölürken...

16 Eylül 2015 Çarşamba

Kadın Özgürlük Meclisi’nde gönüllü çalışan arkadaşlarla Tunceli’de hakikati araştırırken mezarlığı gittim. Yeni düzenlenen mezarlıkta, yan yana sıralanmış mezar taşlarının üstünde hiçbir yazı yoktu. “Neden?” diye sorduğumda, “Henüz kim oldukları tespit edilemedi” dediler. Dağlarda, mezralarda ölen gencecik insanların mezarlarıydı onlar. Aynı mezar taşlarını savaştan on yıl sonra gittiğim Saray Bosna’da görmüştüm. Yüzlerce yazısız mezar taşı yan yana duruyordu. Yerel rehberimiz, “İç savaşta ölenlerin adlarını hâlâ tespit etmeye çalışıyoruz” demişti.
Her iki mezarlıktan da yüreğimde ince bir sızıyla ayrılmıştım. Ülkemizin tüm mezarlıklarında yatan şehit düşen askerlerin mezarlarını da görünce yüreğim sızlar. Ve vakitsiz ölümlerin acısı içimi kavurur. Bu topraklar ölümün kutsandığı topraklardır. İnsan, ölümü neden kutsar? Hangi çaresizlik? Bilim bize der ki, ölümü kutsamak yoğun bir çaresizliğin ortaya çıkardığı bir durumdur.
Şimdi sizi Dersim bölgesine götüreceğim. Cizre’de o bölgenin içinde yer alır. 1938 ve 1990’lı yıllarda özellikle bu bölgede yoğun bir köy boşaltma operasyonu yaşanmıştır. Sadece köyler boşaltılmadı, mezraların otu da yakılarak bitirildi. Böylece bölgenin en önemli geçim kaynağı hayvancılık yok edildi. Hayvancılıkla uğraşanlar bu işi ailecek yaparlardı. Erkekler, kadınlar çocuklar bu işin peşindeydiler. Ne oldu, köyleri boşaltılanlar, hayvanlarını göç ettikleri kentlere getiremediler, ya yok pahasına sattılar ya da öylece bıraktılar. Aile kente uyum sağlayamadı. Mezralarda, yaylalarda hayvanların peşinde koşan çocuklar bu kez mendil, su satmaya başladılar. Ve kendileri için hiçbir gelecek göremediler. Sonuç bir kısmı dağlara çıktı, bir kısmı büyük kentlere gelerek taşımacılık ve inşaat işinde çalışmaya başladılar. Eğer bugün bölgede hayat hâlâ devam ediyorsa bunun en önemli nedeni, büyük kentlerde çalışanların geride kalanlara gönderdiği paradır. Çünkü buralarda hiçbir iş yoktur!
Bugün çocukları ve ellerinde siyah naylon torbaya koydukları anılarıyla Avrupa yollarına düşen Suriyeli mültecilerle, onların hiçbir farkı yoktu! Onlar kendi ülkelerinde mülteci oldular ve biz o zamanlar bunları görmezlikten geldik. Şimdi de geliyoruz.
Kendine hiçbir gelecek göremeyen birinin ölümü kutsamasından daha doğal ne olabilir. Sadece hayvancılık mı? En verimli topraklar bile ölüme bırakıldı. Şimdi vereceğim örnek çok ağır, çünkü hep birlikte bir toprağın nasıl öldürüldüğüne tanık olacağız. Suruç Ovası’ndan söz ediyorum. Bu ova en eski uygarlıklardan bu yana sulu tarımın yapıldığı yeryüzünün ikinci verimli ovasıydı. Mezopotamya’nın tüm çiftçileri belli aralıklarla Suruç’a gelir, sulu tarımı öğrenirlerdi. Ama ne oldu toprak açısından da son derece kıymetli olan bu ova GAP’la birlikte kurumaya bırakıldı. Çünkü baraj yapılırken bölgedeki yeraltı sularını çekip aldı. Baraj bittiğinde de verilmesi gereken su verilmedi. Harran Ovası’na aktarıldı. Benim Harran Ovası’na aktarılmasına bir diyeceğim yok ama öbür tarafa hiç su verilmediğinden dünyanın en verimli ikinci ovası kurudu. Bugün Suruç girişinde bir nar heykeli var. Sordum “Hiç nar ağacı görmedim, neden nar heykeli?” Yanıt, “O bir zamanlardı” oldu. “Suruç kurudu, hayvanımız öldü, toprağımız öldü, artık elimizden ne gelir? Güneydoğu’daki kaçakçılık bu nedendendir. Şimdi o da bitti, tıpkı sınır ticaretinin bittiği gibi.”
Soruyorum şimdi sizlere, bakkal dükkânının ya da manavın önünden geçerken canı çekmesin diye çocuğunuzun gözlerini kapattığınızı düşünün. Daha acı ne olabilir? Evet oralarda durum bu. Bütün bunları neden anlattım? Güneydoğu ve Doğu’da yaşananları biraz daha iyi anlatabilmek için! Bir halk ölümü kutsuyorsa mutlaka bir nedeni vardır.
Bilmemiz gereken bir şey daha var. Yok edilen bu ülkenin hayvanları ve toprağı. Vatan sevmek sadece “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” sloganıyla olmaz. Ölen her canlıya, börtü böceğe, endemik her bitkiye ağıt yakacaksın ve bu gidişe dur diyeceksin! Vatan öyle sevilir!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları