Diğer Yarım

06 Temmuz 2014 Pazar

Biz hep ayrıydık. Kalplerimiz ayrı. Aşklarımız ayrı. Acılarımız ayrı.
Bir yanımız kederli ve mutsuzsa, öteki yarımız göbek atardı mutluluktan. Hâlâ da öyle ya.
Ve sonunda seyirciyi de böldük orta yerinden. İkiye. Siyah ile beyaz. Şimdiki adıyla ak ile kara. Sadece renklerin değil, iyi ile kötünün de adı değişti.
Lakin öteki hep ötekileşti bu memlekette. Bizim memlekette diyalektik bile işlemez oldu. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir kuralı bile değişir, onu da hallederiz biz, her şeyi hallettiğimiz gibi, ama ötekinin kaderi değişmez.
Öteki dindar da olsa, ateist de olsa ezilir bu ülkede. Horlanır, itilir, kakılır.
En çok satan romanlar ötekileri anlatmaz.
En çok reyting alan diziler ötekilerin hikâyesine dokunmaz.
Atv’de başlayan “Diğer Yarım”ı izlerken hakiki “Öteki Yarım”ı bekledim. Sahtesi çıktı karşıma.
Oysa iyi bir hikâye, iyi bir fikir var ortada. Yapay bir şekilde siyasi mühendislerin karpuz gibi orta yerinden yararak ayırdıkları tek bir toplumdan yaratılan farklı iki kültürün çatışmasını anlatmak için yola çıkıyor dizi. Biri muhafazakâr bir ailede (fakir, alçakgönüllü ve iyi bir aile) annesinin yanında büyüyen türbanlı, diğeriyse zengin bir ailede (dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan, ukala, şımarık, başı açık ve eteği kısa, yani kötü bir ailede) babasının yanında büyüyen ikiz kız kardeşlerin hikâyesi bu. İkiz kızlarımız yıllar sonra karşılaşınca ve hakikatleri öğrenince ailelerini değiştirmeye karar veriyorlar. Babasının yanında büyüyen annesinin yani dindarların evine, annesinin yanında büyüyen başörtülü kızımız da zengin babanın evine taşınıyor. Ve böylece seyircimiz kendine göre öteki olan aileye karşı empati kurmayı öğreniyor. Hem de bunu mizahla harmanlayarak yapmaya çalışıyor. Ülkem insanının trajik kaderinden komedi çıkarmak öyle kolay bir şey değil. Siz olsanız heyecanlanmaz mısınız? Ben heyecanlandım.
İpek Tuzcuoğlu, Orhan Kılıç, Ruhi Sarı ve Nevra Serezli gibi iyi bir oyuncu kadrosuyla, kendileri de hikâyede anlattıkları ikiz kardeşler gibi birbirlerinden farklı iki dünya görüşüne sahip iki kadın senaristin (Eda Tezcan ve Gülbike Sonay Üte) kaleminden çıkan senaryonun ekrana yansımasını heyecanla bekledim. Sonra oturdum üç bölüm izledim. Sabırla.
Kafalarımızdaki otosansürü ve ötekine karşı beslediğimiz önyargıları yok etmedikçe bu ülkenin tümünü kucaklayabilen filmler, diziler yapmamız mümkün değil.
Bir anne düşünün. Mutaassıp ve muhafazakâr. Zengin bir çocuğu seviyor, evleniyorlar. İkizleri oluyor ve sonra boşanıyorlar. Anne bir kızını bir daha görmemeyi kabul ediyor. Dahası kendine kalan kızına, “baban öldü” diye yalan söylüyor. Hangi anne yüreği dayanır buna? Burada dindar veya ahlaklı olmak çok mu önemli? Baba tarafı daha bir anlamsız ve kendi içinde çelişkili. Nevra Serezli’yi o kadar karikatürize etmişler ki senaryoda, yılların oyuncusu toparlamak için çırpınıyor dökülen karakteri. Bir torununu ölümüne seven, ama gelini ve diğer torununu görmemek için her yolu deneyen, gidip türbede dua bile eden, zengin ve kötü bir babaanne var mı bu dünyada? Peki, ya hala? Zengin ve evde kalmış kız kurusu. Önüne çıkan erkeği götürecek neredeyse. Bu zenginler yok mu bu zenginler dinimizi yozlaştırdılar, ahlakımızı bozdular, aile kavramını altüst ettiler. Şimdi de faiz lobisiyle bir olup yeni Gezi planları kuruyorlar.
Huzur Sokağı’ndan sonra öteki taraftan gelen ikinci proje “Diğer Yarım” da klişelerin üstünden yürümeyi seçiyor. Oysa klişelerden beslenme yerine, önyargıları yıkacak ve birbirine düşman yüzde 50’leri buluşturacak projelere ve hikâyelere ihtiyacı var ülkemin.
Kalbimin yarısını yitirdim, hükümsüzdür.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Burada Laf Yok 2 Mart 2015
Beş Kardeş 22 Şubat 2015
Aşk, Tanrı ve Ceza 15 Şubat 2015

Günün Köşe Yazıları