Yok sanat, var despot!

16 Ekim 2022 Pazar

Değerli okurum M. Akbulut: “Sevdiğimiz program yayından kalkar. Tuttuğumuz takım küme düşer. Sevdiğimiz kitap bin adet satmaz. Hergeleler bizi yönetir. İnandığımız değerler, ayaklar altındadır. Nasıl bir ülkede doğmuşuz diye düşünürken... Birisi çıkar ‘arıza’ olduğumuzu yüzümüze vurur” diye yazmış. Ve iletisine, üstüne el yazısıyla 10 Mart 1997 tarihini atıp sakladığı bir yazımın fotoğrafını eklemiş. 

İşte o yazı:

NİYET VE KISMET

Hitler, dünyanın içine okumadığı boş zamanlarında resim yapmaya bayılırdı. Duyduğum, gördüğüm kadarıyla daha çok mimari konular işler, binalar resmedermiş. İnsan sevmediğinden olsa gerek, taş modelleri canlılara yeğlermiş.

Raslantıya bakın ki Franco da bayılırmış fırça tutmaya. Doğal afet meraklısıymış Franco; denizde fırtına, batan gemiler, karanlık gökler, yıldırım çarpan evler, yıkıklar, viraneler dökülürmüş kanlı ellerinden. 

Tarih sürecinde görüldüğü kadarıyla, resimde mimari açıdan yapıcı Hitler, yıkıcı Franco’dan daha başarılı oldu harabe yaratmakta. 

Ressam geçinen, ancak ressam olduklarını söyleyemeyeceğimiz tarihsel liderler arasında kuşkusuz en ilginci, Churchill. Elinin tuttuğu, gözünün gördüğü son ana değin, başında şapkası, ağzında Havana purosu ve ressam önlüğüyle, elinden fırçasını düşürmeyen Churchill, daha çok izlenimci ekole yatkın doğa tabloları resmederdi. 

DİKTATÖRÜ BİLE ‘NÜ’ DÜŞKÜNÜ ÜLKE... 

Biliyorsunuz, bizim de resme soyunan eski bir cumhurbaşkanımız* var, Kuran kursu açmakta ustalaşan kalemini bıraktığından beri, pek de yetenekli sayılmayacak fırçasından çok para eden “nü”ler bile çıkıyor.

Mussolini de resim yapar mıydı, bilmiyorum. Ancak mimari açıdan pek çok eser bıraktığı söylenebilir. Hatta bugün “Mussolini biçemi” diye anılan bir mimari türü bile var. Ancak bence, Mussolini hakkındaki en ilginç gerçek, Churchill’in kahramanı olduğu bir öyküde yatıyor. 

Hitler, Franco, Mussolini, Churchill ve Stalin, aynı tarih dönemecinde yarışmış ve İsmet İnönü’nün çağdaşı, iyilik ve kötülükleriyle az rastlanır çapta liderlerdi. 

Aralarında en uzun yaşayanı 1965 yılında, 91 yaşında ölen Churchill oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın galibi, ömrünün sonuna doğru belleğini az çok yitirmişti, bilinci yerinde değildi ve günlerini uyuklayarak geçiriyordu. Öyle günlerinden birinde, meraklı bir gazeteci Churchill’i ziyarete geldi. Ünlü devlet adamı, çoğu kez konuşacak halde olmadığından yanında hep kızı ve damadı bulunuyordu. 

MUSSOLİNİ’YE TAKDİRNAME

Gazeteci, Churchill’e çağdaşı ve hasımları Franco, Mussolini ile Hitler’den hangisinin kendisini daha çok etkilediğini sordu. 

Churchill yanıt vermedi, çünkü uyukluyordu. Damadı, soruyu yineleyen gazeteciye müdahale ederek: “Israr etmeyin” dedi İngiliz nezaketiyle. “Duymaz ve anlamaz. İyice bunadı.”

Koltuğa yayılan koca gövdeyi örten kırmızı battaniye birdenbire hareketlendi ve Churchill, kafasını kaldırıp kurnaz gözlerini araladı: “Mussolini’yi çok takdir ediyorum!”

Yanındakiler, tarih öncesi bir dinozor canlanmışcasına çarpılmışlardı. Gazeteci şaşkınlıkla sordu: “Etkilenseniz tamam da niçin takdir ediyorsunuz Mussolini’yi?”

Churchill tısladı: “Damadını astırdı da ondan!”

İnce mizah yeteneği ve keskin zekasıyla Churchill, dünya tarihine en büyük politikacılardan biri olarak geçti.

VAATLER HEP 12, SAATLER HEP 6...

“Demokrasi çok kötü bir yönetim biçimidir. Ancak şimdiye dek daha iyisi bulunamadı” sözünün babası, İngiltere’yi galip çıkardığı İkinci Dünya Savaşı’nın başında, kendisinden “daha iyi bir lider” bulunamadığı için iktidara getirildi. Churchill, İngiliz ulusuna hitaben yaptığı bir konuşmayla başladı işe ve aklımda kaldığı kadarıyla: “Size acı, mahrumiyet, gözyaşı ve kan vaat ediyorum! Sonuna kadar direnecek, savaşacak ve kazanacaksınız!” demişti... 

Nitekim savaşı kazandı, İngiltere. Üstelik, büyük galipler arasında aldı yerini. 

1950’lerden bu yana Türkiye’de iktidara gelen hiç kimse ve hiçbir parti, Türk halkına gözyaşı ve kan, acı ve mahrumiyet vaat etmedi. Herkes, hepsi günlük güneşlik günler, pembe yarınlar sözü vererek geldi iktidara. 

Sonuç ortada. 

Biz, vaatlerin bir yana konulup vaat edilmeyenlerin gerçekleştiği bir ülkedeyiz.


* Yazının yayımlandığı 10 Mart 1997 tarihinde, Kenan Evren yaşıyordu. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları