Müjdat Gezen

‘Memleketim’

25 Eylül 2023 Pazartesi

Kim ne derse desin karşıdevrim başarılı olmuştur. Gericiler, Vahdettin hayranları, mollalar, tarikatlar ülkeyi teslim aldılar. Mutlular. Artık bu ülke kayıtsız şartsız onların... Fakat hesap edemedikleri bir şey var... Bunlar her şeyi, her türlü istismarı, üçkâğıdı çok iyi biliyorlar. Bilmedikleri diyalektik felsefe. Yani akılcı, gerçekçi bir bakış açısı. Onu bilmiyorlar. Dünyanın daha önceki yıllarda da kendileri gibi insanların var olduklarını ama sonlarının ne olduğunu süzemiyorlar. Ya da tam tersi. Çok iyi kavradıklarından korku peşlerini bırakmıyor. Korkunun da insanoğluna yaptıramayacağı şey yoktur. O nedenle, her türlü yolu deniyorlar. Gelgelelim tarih başka türlüdür... Bekleyeceğiz, yaşayacağız ve göreceğiz... “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güzel günler...” Ben görür müyüm bilemem ama siz mutlaka göreceksiniz. O nedenle gençler, sakın bir yere gitmeyin. Bu vatan sizin. 

MÜZİK VE ROMANLAR

Bu iki sözcük birbirinden ilgisiz olarak anılamaz. Çünkü Roman demek bütün dünyada müzik demektir. Allah onları müzik yapsınlar diye yaratmış. Bizim musikimizde de nice büyük ustalar, besteciler, icracılar Romandır. Aslında onların hayatları da birer romandır. Sazlarında öylesine ustadırlar ki şaşırırsınız. Ben bir Roman müzisyenle, Roman olmayan müzisyeni hemen ayırt edebilirim. Romanda ruh teknikten öndedir. Ötekini ötekileştirmek amacıyla değil ama bir klarnet taksimini bir Roman sanatçıdan dinlemeyi tercih ederim. Romanlar dünyanın hemen tüm ülkelerinde müzikle uğraşmışlardır. Temel nedeni ise onlara genellikle devlet dairelerinde iş verilmemesidir. Bu tam bir ayrımcılıktır. Ama onlar da intikamlarını müzikte kurdukları egemenlikle almışlardır. Öylesine içten müzik yaparlar ki durur kalırsınız. Çok ünlü bestecilerimiz vardır Roman. Ben yaşamım boyunca Romanları çok sevdim. Gırgıriye’yi yazarken de içimde hep bu sevgi vardı. O diziler bu nedenle çok sevildi diyebilirim. 

SCHOPENHAUER

Hani Atatürk’le, Sokrates’le, Konfüçyüs’le aynı çağda yaşamayı isteriz ya ara sıra. Ben bir de bu adamla aynı çağın yaşamını paylaşmak isterdim. 1780’ler, doksanlar falan. Oldukça gerilerde ama olsun. Onunla aynı ırmağın suyundan içmek zevkli olurdu. Diyalektik felsefeyi iyi yorumluyor üstat. “Baştan aşağı dürüst olsaydık, her tartışmada tek amacımız gerçeği gün yüzüne çıkartmak olurdu. Gerçeğin, bizim ilk görüşümüze mi yoksa diğerlerinin görüşlerine mi uygun düştüğünü hiç umursamazdık.”

Şimdi günümüzün politikacılarını bir gözünüzün önüne getirin. Aman. Lafımı geri aldım. Getirmeyin sakın. Sonra orada kalıverirler, sıkılırsınız. 

NİCE

Nice nice yıllara... Bizde böyle nice sözcüğünün anlamı. Ama ben Nice (Nis) şehrinden söz edeceğim. O da böyle yazılıyor ya. Nice diye. Yetmişli yılların başıydı. Ben Milliyet gazetesinde spor mizahı yazıyordum. Fenerbahçe’ye Nice Futbol Takımı çıktı kurada. Ben de gazete adına gittim Nice’e. Sonradan da çok gittim. Çünkü çok güzel bir şehirdir. Monte Carlo’ya kısa sürede geçersiniz. Monako Prensliği’nin başkentidir orası da. Nice o gün Fenerbahçe’yi 4-0 yenmişti. Dondurmasıyla ünlü Nice hepimizi dört gol atan takımıyla buz gibi yapmıştı. Hasta Fenerbahçeli Ateşböceği Ercan delirmişti. Maçın ertesi günü Nice sokaklarında dolaşıyoruz. Bir dükkânın önünden geçerken içeriden kahkahalar ve Türkçe konuşmalar geldi. Ercan daldı içeri. Dört Fenerbahçeli futbolcu alışveriş yapıyor. Ben de kapının dışında duruyorum. Ercan açtı ağzını yumdu gözünü: “Utanmıyor musunuz lan siz? Dört tane gol yediniz, kahkahanızdan geçilmiyor.” Bir futbolcunun yanıtı Ercan’ı dondurmaya yetmişti: “Ercan abi, biz profesyoneliz, bugün Fener’de oynarız, yarın başka takımda sen canını üzme.” 

İSKENDERUN

Ben 1964-66 yılları arasında askerliğimi denizci olarak orada yaptım. Cem Karaca Antakya’da jandarmaydı. Hafta sonları ya Hatay Harbiye Şelalesi’nde ya da İskenderun’da sahilde buluşurduk. İskenderun-Hatay arası yaklaşık 50 kilometre civarındadır ve bütün yol zakkumlarla bezelidir. İskenderun harika bir yerdir. Her hafta sonu şehre indiğimde (Cem’le Hatay’da buluşmadığımız zamanlarda) mutlaka humus yerdim. Ben ilk orada tanıştım bu güzel mezeyle. Pide içinde yaptırırdım humusu ve doymak bilmezdim. Kilo almıştım o yüzden. Zor ve güzel askerlik yaptım orada. Yazları çok sıcak olmasının dışında, kışları da az esmezdi. Yarıkkaya denen Amanoslar’ın uzantısı dağlardan soğuk eserdi rüzgâr ve ben özellikle gece nöbetlerinde üşümemek için kaputumun yakalarını kaldırır, kulübenin içine büzülürdüm. Nöbette verilen kaputlar korunaklıydı. Alayda çok kez Atatürk günleri düzenledim. Sanırım yine yapılıyordur. En büyük hasretlerimden biri; bir gün İskenderun’a gidip iki yılımın geçtiği o askeri birliği gezmek istiyorum. Beton gemi hâlâ yerinde midir acaba? Formasını giydiğim Denizgücü Takımı’nın basketbol sahası hâlâ eski yerinde midir?...

Hanımlar! Erkeklerin askerlik maceraları eskiden bitmezdi. Şimdi artık paralı askerlik var, o nedenle de anı yok. Depremden sonra ilk aradığım yer İskenderun oldu. Su istediler. Gönderdim...

***

“BEN BİR İNSANA BAKTIĞIM ZAMAN SADECE İNSANI GÖRÜRÜM. 

ONUN DİLİ, DİNİ, IRKI, MEZHEBİ, MİLLİYETİ, PARTİSİ BENİ HİÇ İLGİLENDİRMEZ.”

***

“DAYAK YEMEKTEN, FİSKE BİLE VURAMADAN HAYAT GEÇTİ.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İktidar 29 Nisan 2024
İzmir… 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları