Erdoğan'ın Propaganda Makinesi (II)

18 Ağustos 2013 Pazar

Araya “Mısır’ın kan banyosu” girdi...
“Türk milleti (her!) söylenene inanır”a, önceki gün kaldığımız yerden devam edelim. Önce özet…
İlk yazıda Ergenekon raporu ile ünlenen İngiliz gazeteci
Gareth Jenkins’in “Türk milletinin söylenenlere kolay inanan özelliğinden” ötürü manipüle edildiğine dair görüşlerinden bahsetmiş, İhsan Eliaçık’ın paralel bağlamdaki Gezi gözlemlerine değinmiştim.
“Gezi komplosu” babında Başbakan’ın yinelediği söylemleri hatırlatan Eliaçık kısaca kitlelerin bunlara inandığını söylemekteydi.
“(Erdoğan taraftarları… Gezicileri) Ergenekoncu kesim olarak görüyor, Erdoğan’ın söylemlerine inanmış durumdalar” diyen Eliaçık şu tespiti yapıyordu:
“Onlara göre burada din düşmanları, darbeciler ve dış güçler var. Din düşmanları camiye ayakkabıyla giriyor, başörtülülere saldırıyorlar; Ergenekoncular geri gelmek, vesayet günlerine bizi geri götürmek istiyor… ‘Faiz lobisi’ dediği küresel güçler ise düğmeye bastı... (Bunlar) aslı olmayan şeyler, ama insanlar inanıyor.”

\n

Sorun din mi ‘tek-tip’ düşünce mi?

\n

“Antikapitalist Müslüman” Eliaçık, “çare” olarak sonra şu saptamayı eklemekten geri kalmıyordu:
“Dindar insanlara, kafadan ‘bunlar dinsiz’ dediğin zaman sorgulamaya gerek duymadan ‘o zaman orada işimiz olmaz’ diyorlar. Sol-sağ arasındaki ana mesele daima dindir. Camiye girdiler, bira içtiler, camide dine hakaret ettiler, Allah’a küfrettiler, budur yani. Bu Türkiye’nin Müslüman bir ülke oluşu ve dinin sosyolojik yerinin çok köklü oluşundan kaynaklanıyor. Biz solcu arkadaşlara da bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu din meselesini çözmeden hiçbir şey çözemezsiniz; oradan başlayacaksınız!”
“Ana mesele”, gerçekten de Eliaçık’ın dediği gibi acaba “din” mi, yoksa “tek tip düşünce” ve zihinde başka hiçbir şeye yer bırakmayacak türde yapılan din propagandaları mı?
Başörtülüye saldırdılar, dine camide hakaret ettiler… iddialarının karşılıksız ve kanıtsız olduğu çok yazıldı…
Ama buna karşın Başbakan, bu
“propaganda bombardımanına” ara vermeksizin devam ediyor. Niye?
Seçmenlerinin Gezi algısını bizzat çünkü o yönetiyor ve ağzından çıkan her sözün herhalükârda kuşku duymaksızın kabul göreceğini biliyor.
“Mesele” burada “din” değil esasen… “tek tip düşünceye” yön veren bir “tek tip propaganda” oluyor.
Orwell’in bir baskıcı rejimler alegorisi olan “1984” romanını duymuşsunuzdur…
George Orwell
“1984”te kurgusal bir diktatörlük anlatır.
Bu diktatörlükte, bilinen gerçekler ve kavramlar egemen ideoloji tarafından ters yüz edilmiştir.
Düşünceler üzerinde, yoğun propaganda ve
“algı yönetimiyle” güçlü hâkimiyet kuran sistem; “gerçek bakanlığı” denen bir bakanlık aracılığıyla çalışır ve gerçeğe kaydedilmesi istenen şekli verir.
“Dayatma doğruları” dışında başka hiçbir düşünceye yer açmayan sistem öyle ki “savaş barıştır” der. “Özgürlük köleliktir” takdir eder. “Cehalet güçtür” buyurur.
Eleştirel akıl ve mantık
“düşünce polisi” tarafından tutsak alınmıştır. En aşikar kavramlara dahi tam tersi içerikleri giydirmek böylece hiç zor olmamaktadır. Kesif bir beyin yıkama, gerisini halletmektedir.
Biz, işte artık bu Orwell dünyasında yaşıyoruz.
Bizim
“Büyük Birader”imiz Erdoğan oldu…
Tapınma ölçütlerine varan bir
“Erdoğan kültü”, nerdeyse artık tamamen tek tip yandaş medya eliyle başarıyla temin yürütülüyor.

\n

Çark nasıl dönüyor?

\n

Bu bağlamda son dönemde okuduğum, Emre Uslu’nun “Today’s Zaman”da kaleme aldığı bir yazıya da atıf yapmadan geçemeyeceğim.
“Erdoğan’ın gazetecileri” (29 Temmuz) başlığını taşıyan yazı, tam gaz çalışan bu propaganda makinesini gündeme taşıyor.
“Kovulan gazeteciler tarafından dillendirilegelen medya baskılarından artık herkes haberdar” girizgâhı ile söze giren Uslu; “Ancak Erdoğan ne yaparsa yapsın onu destekleyen gazeteciler hakkında pek az değerlendirme yapılıyor” diyerek objektifleri içerde kalanlara yöneltiyor ve “tek tip algının” yandaşlarca nasıl biçimlendirildiğine dikkat çekiyor.
“Erdoğan bir işadamını mı tehdit etti” diye soruyor Uslu: “(Yandaşlar) kurt sürüleri gibi o işadamına saldırıyor. Bu, baş danışman olmanın, TV’lerde Erdoğan’a soru sormanın, zenginleşmenin, ‘değerli görüşleri’ kamuyla paylaşmanın yolu oldu…”
“Değerli görüşler”, aslında ne denli boş olursa o denli makbul sayılıyor.
Erdoğan’a yöneltilen eleştirileri hep püskürtmekte kullanılan;
“Efendim oyların %50’sine sahip lidere karşı, gider parti kurar, hakkınızı sandıkta ararsınız” söylemine örneğin dikkat çeken Uslu; papağan gibi tekrarlanan bu “abuk” önerinin rastlantı olmadığını; Erdoğan propagandasının bilinçli şekilde tepeden özellikle bu savlarla biçimlendirildiğini anlatıyor.
Bunun nedeninin entelektüel hiçbir donanımı olmayan halkı yönlendirmek olduğunu belirten yazar, burada belirleyici olanı,
“sokaktaki adamın” zihin haritasını çizmek şeklinde tanımlıyor.
“Erdoğan’ın siyasi iradesini, kitleler üzerinde böylelikle hakim kılan gazeteciler; propaganda makinesi içindeki işlevlerini mükemmel yerine getirmiş oluyorlar!”
Gezi direncinin yaptığı en önemli şey gerçekte… özenle yıllardır inşa edilen bu propaganda makinesini kırmak oldu.
Başbakan’ı en çok çıldırtan da bu değil mi?\t

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları