Ölüm bahçesi

23 Temmuz 2015 Perşembe

Murat Akdağ yaşadıkları cehennemi şöyle anlatıyor: “Sabah 6.30’da Suruç’taydık. Kültür Merkezi’ne getirdiğimiz oyuncakları, gıdaları bıraktık. Kahvaltı yaptık, çay içtik, basın açıklaması yapmaya karar verdik. İkinci konuşmacı konuşurken aniden patlama sesi geldi. Arkama bakmadan kaçtım. Üç saniye sonra döndüm, bahçeye yürümeye başladım. Geri döndüğümde orası artık ölüm bahçesiydi.”
Ölümün tohumları o bahçeye nasıl ekildi?
New York Times’da 27 Ekim 2011 tarihinde okuduğum bir yazı aklıma geliyor:
Suriye’nin en yakın müteffiklerinden Türkiye, Beşşar Esad hükümetine karşı başkaldırı hareketi yürüten bir silahlı muhalefet grubuna ev sahipliği yapıyor, Türk ordusu tarafından korunan bir kamptan sınırın öte yanına silahlı saldırılar örgütlemesine imkân veriyor….” diye başlayan yazıyı okuduğumda yaşadığım şokun derinliğini anlatamam.
Birinci sayfada 4 sütunluk yer işgal eden haberi gördüğümde ağzım bir karış açık kalmıştı.
Özgür Suriye Ordusu adlı silahlı isyan örgütünün merkezinin Türkiye olduğunu” duyuran makale, Ankara’nın silahlı kuvvetleri ve Dışişleri’yle açık biçimde Suriye’de vekâlet savaşına girdiğini yedi düvele ilan ediyor; buna karşın Türkiye’de ses çıkmıyordu.

‘IŞİD’le suç ortaklığı’
Hemen o hafta katıldığım Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi”nde bunu uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. 1 Kasım 2011 tarihli “Sağnak”ta da tepkisizlik karşısında yaşadığım hayreti yazmıştım…
Bu yaygın “vurdumduymazlık” sonra kanıksandı ve Ankara’nın ÖSO desteği Ortadoğu politikasının köşe taşı oldu. Baktık sonra Türkiye “cihatçıların” yol geçen hanı olmuş; kimin eli kimin cebinde belli olmayan “cihatçı gruplar”ın içinden de “IŞİD” çıkmış!
Independent gazetesinin Ortadoğu uzmanı Patrick Cockburn, bu dönüşümü “İslam Devleti’nin Yükselişi” kitabında “Türkiye, (Suriye) hükümet(i) ile karşıtları arasında bir denge tutturabilirdi. Ama yerine, krizin militarize olmasını destekledi, cihatçıların tarafını tuttu, Esad’ın kısa sürede mağlup olacağını varsaydı. Oysa bu olmadı ve halk ayaklanması olarak başlayan isyana, Türkiye’nin oluşturduğu koşullarda mayalanıp güçlenen mezhepçi savaş beyleri egemen oldular. Erdoğan, Suriye Kürtlerine karşı IŞİD’le suç ortaklığına girdiğini gören Türkiye Kürtlerinin öfkesini başta yok varsaydığı izlenimi uyandırıyordu” diye anlatıyor.

Sıradan ‘terör örgütü’ değil
Suruç, Türkiye’yi Suriye’deki savaşın içine itmek ya da Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye taşımak çabalarının parçasıdır” şeklindeki analizler kısaca havada kalıyor.
Türkiye, “27 Ekim 2011” tarihinde NYT’ye haber olduğu günden beri dört yıldır bu savaşın içinde zaten.
Ankara’nın ÖSO bağlantısına” o gün gösterilen genel kayıtsızlık zamanla IŞİD’e de gösterildi…
Suruç’un arkasından bugün yapılan çözümlemelerde bile hâlâ IŞİD terörü “ruh hastası, caniler, sapıklar” düzleminde irdeleniyor.
Analiz”lerin niteliği kriminal kapsamı pek aşmıyor.
Suruç’ta “ölüm bahçesi”ne dalan IŞİD’in yanı başımızda 250 bin kilometrelik bir alana yayıldığı, yüz yıl öncesinin Sykes- Picot sınırlarını yok ettiği, “ulus devlet”leri mayınladığı, İslam dini ideolojisinin en şiddet yanlısı şeklini benimsediği, bu itibarla rastgele bir “terör örgütü” olmadığı zikredilmiyor.
Klasik terör örgütlerinin aksine IŞİD’in “küresel fetih” amacı güden uzun soluklu bir siyasi proje olduğu belirtilmiyor.
Davutoğlu ve Erdoğan’ın bu sebeple “Biz terörün her türünü lanetliyoruz!” ifadeleri boş kubbede yankılanan sözlerden ibaret.
Ölüm bahçesi”nin ardında basit bir terör mantığı yok.
Bizi adım adım Suruç’a yaklaştıran siyasi kararlar ve projeler var.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları