Türban Açılımıyla Gelen ‘Kızıl Damga’

09 Kasım 2013 Cumartesi

Lisede edebiyat dersinde “Kızıl Damga” diye bir kitap okumuştuk.
Amerikan edebiyatının şaheserlerinden sayılan roman, 17. yüzyıl Boston’unda geçmekte, dönemin püriten zihniyetinin nişanesi olarak boynunda ilelebet “A” harfi taşımak zorunda bırakılan genç bir kadının toplumdan bir canavar gibi dışlanmasını anlatmaktaydı. Romanın baş karakteri Hester Prynne, kötülük sembolü “A” harfini İngilizcede zina/zina yapan”a denk gelen “adultery/ adultress”sözcüklerinin başharfi olarak taşımaktaydı.
Hester’i damgalayan “A” simgesini gören herkes böylece kadını derhal “günahkâr” sınıfına sokacak, onu lanetleyecekti!
Üsküdar’da iki genç kızın yaşadığı bir binanın antresine asılan “apartman sakinlerinin dikkatine ilanını gördüğümden beri, Nathaniel Hawthorne’un “Kızıl Damga” romanını düşünüyorum.
Bir apartman yöneticisinin, ilkokul 2. sınıf düzeyindeki kargacık burgacık yazısıyla, kızların böğrüne basılan uğursuz bir “A” damgası gibi kaleme aldığı satırlar şöyle:
Apartmanda bazı insanlar kız erkek beraber kalıyorlar??? Böyle şeyler binaya… apartmana uygun değildir….. Böyle insanları gördüğünüzde polise (155) ihbar edin… Apartman olarak mal sahiplerinin gerektiğinde, imza toplayarak gereği sonuna kadar yapılacaktır.
Durumdan baş döndürücü süratle vazife çıkartan ama bu arada üç cümleyi bile yan yana getirmekten aciz olan, “ahlak bekçisi yöneticinin satırlarını vicdan sahibi herkes derinlemesine düşünmeli.
Konu -kadın dahi olsa(!)- insanların hayatıdır!
Kapılarının önündeki ilanı gördüklerinde çok haklı olarak ağır şoka giren ve büyük dehşet yaşayan kızların yarın öbür gün başına bir şey gelse, bunun hesabı kimden sorulacaktır?
Türkiye’nin gözü önünde cereyan eden tüyler ürpertici bu olayın, 17. yüzyıl Boston’undaki yobazlığı ve gericiliği teşhir eden “Kızıl Damga dan hiç farkı yoktur.
2013 Türkiyesi’nin kızları, 3 asır öncesinin başka coğrafyalarında yaşanan bağnazlık, ilkellik, acımasızlık ve gericiliğe yem edilmektedir.

Dayatma, koşullama, özgür tercih fark etmez
Kadınların başına türban dolayan gericilik, bu dayatmanın kabullenilmesinin ardından şimdi de kadın-erkek arasına cinsiyet duvarı örmek peşinde.
Türban politikasının temel hedefi bu zaten: Harem selamlık toplum düzeni.
Türban dinin emri mi?” başlıklı (4 Kasım) yazımda bu boyuta önemle vurgu yapmış; başbakanın başörtüsü dinin gereğidir” şeklindeki beyanı ile gelen son örtünme atağını, Cezayir asıllı İslam uzmanı sosyolog Khaled Fouad Allam’ın “Kuran yasası türbanı dayatmaz” değerlendirmesi ile birlikte ele almıştım.
Çeşitli İslam âlimleri gibi Allam da türbanın gerçekte dini emir olmadığını ileri sürmekte, başörtüsünün bir “kimlik” meselesi olduğunu vurgulamaktaydı.
Kadının evden dışarı çıktığı ve geleneksel yapıların kırıldığı modernizasyon sürecinde türban”ın kimlik arayışının yanıtı olduğunu söyleyen yazar; bu süreçte toplumsal yaşama katılan kadınlarla erkekler arasında “türban yoluyla bir duvar çekildiğini, kalıpların böylelikle korunmaya çalışıldığını öne sürmekteydi.
Türban dinin emri midir?” tartışmasını tam bu damar sürdürecekken başbakanın bire bir bu saptamayı doğru çıkaran “kızlı erkekli yaşama savaş” hamlesi geldi.
Son dönemin polemik konusu olan “Başımı açarak haşa bir daha kirlenmem!” tartışmasını hatırlatan biçimde, “Başörtüsü uygulamasındaki gelgitlerin ardında İslam toplumlarındaki mekruh’ ve ‘saflık’ ayrımı da vardır” diyen Allam, Başörtüsü bu bağlamda saf olanı mekruhtan ayıran bir sınır olarak görülebilir” demekte ancak
Türban ister dayatma, ister koşullanma, ister özgür tercihle takılsın; sonuç değişmez.”diye üstelemekteydi:
“Başörtüsü -İslamla Batı ve de İslamın kendi iç çekişmeleri ile (İslami) hukuk ve kültür arasındabugüne dek çözülmeyen tüm çatışmalara yapılan bir göndermedir!
Son dönemde işte Türkiye’de bir Pandora Kutusu gibi açılan; “başı kapalı-temiz” ve “başı açık-kirlenmiş kadın”/ “kadınlı erkekli yaşam kutuplaşmaları, böylece bir yandan İslam içi çekişmeleri, bir yandan da Allam’ın dikkat çektiği İslamın Batı değerleri ile çekişmesini dışa vurmaktaydı.
Diğer deyişle şu anda biz tüm fay hatlarının sıkıştığı ve çakıştığı, “geçmişin çözülemeyen tüm çatışmalarına gönderme yapan” bir deprem yaşamaktayız.
TBMM’deki tarihi “türban çözümünün” hemen akabinde “kızlı erkekli yaşam” kavgasının patlak vermesi, bu nedenle seçim yatırımı ya da suni gündem gibi konjonktürel nedenlerle açıklanamaz.

‘Hayali geçmişi bugüne eklemlemek’
Başka vesilelerle de gene bu köşede söz ettiğim Suriyeli şair Adonis’in satırlarıyla bu yazıyı noktalayalım:
Bazılarının türbana atfettiği dinen aşırı saplantıya karşın, İslamın şartlarında böyle bir dayatma yok” diyerek dinin böyle bir emri olmadığını yineleyen Adonis de “türban” aracılığıyla düşlenen ve hayallerde yaşatılan bir geçmişin ısrarla bugüne taşınmak istenmesinden bahsediyor…
Arapçaya nüanslarıyla hâkim olduğunu varsaydığımız ünlü ozan, “Kuran’da bu konuda açık ve belirgin bir hüküm yok” tespitine ilave olarak şu değerlendirmeyi yapıyor:
Bu yarı dini bir meseledir. Tarih bize sosyal ve dini skalada üst düzey konumda pek çok Müslüman kadının, erkeklerin yanında türban takmadığını kanıtlıyor. Türban saplantısı; hayali bir geçmişi, kolektif bellek ve pratikte günümüze eklemleyebilmek adına yürütülen siyasi-sosyal bir stratejidir.”(“Türban Yalanı”, Adonis-Corriere della Sera 30 Ağustos 2006.)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları