13 Ekim'in Yazgısı!

12 Nisan 2013 Cuma

\n

Margaret Hilda (Roberts) Thacher’i ilk kez 18 Şubat 1986’da Londra’da “Dovning Sokak 10” numaralı adresteki, iki yüzyıllık başbakanlık konutunda görmüştüm. Çiçeklerle süslü bir şömine önünde duruyordu ve yanında Başbakan Turgut Özal vardı...
İkisinin ekonomik ve siyasal benzerliklerinin en önemli ortak noktası, aynı gün, 13 Ekim’de doğmuş olmalarıydı! Ancak Thatcher, Özal’ın iki yıllık ablasıydı. Özal, bu rastlantıyı,
“monetarizm (parasalcılık) ortak kaderimiz” olarak açıklamıştı!
Özal 17 Nisan’da öldü, Thatcher ise 8 Nisan’da öldü... Ama
“cesedi” 17 Nisan’da törenle yakılacak. İlginç bir başka rastlantı daha!
Thatcher’in ölümü İngiliz halkını ve basınını ikiye böldü... Matem tutanların yanı sıra sokaklarda ölümünü şampanya patlatarak kutlayanlar oldu. Hatta, şampanya patlatanlar, bir ölünün ardından
“Cesedinin yakılmasına gerek yoktu! Zaten o cadı cehennemde yanacaktı!” sözleriyle dahi tepkide bulundular!

\n

***

\n

Babası bakkaldı. Kiliseye ve geleneklere bağlı idi. Kızını bu gelenekler doğrultusunda eğitti. Bu geleneksellik kimyager olan kızını “Muhafazakâr Parti”nin üyeliğine itti.
İşadamı
Denis Thatcher ile evlendi. Biri kız, biri oğlan iki çocuk annesi oldu. Kimyadan vazgeçti. Hukuk okudu. Avukatlığa başladı. 1949’dan itibaren 10 yıl boyunca girdiği seçimleri kazanamadı.
İlk olarak eğitim bakanlığına getirildi. Bu görevdeyken ilkokul çocuklarına ücretsiz
“süt dağıtımını” kaldırınca, adı “süt hırsızına” çıktı. Günümüz Türkiyesi’nde ise süt dağıtımı moda oldu!
1975’te partisine genel başkan seçildi. İngiltere’nin ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti. Ekonomi alanında kamu kuruluşlarını özelleştirdi. Serbest piyasaya ağırlık verince adı
“neoliberalizmin imparatoriçesine” çıktı.
Zengini zenginleştirdi, yoksulu yoksullaştırdı. Sendikaları grev yapamayacak konuma getirerek yerin dibine soktu. Devleti küçülttü. İş dünyasından alınan vergileri azalttı, sermayeyi yüceltti... Londra, dünyada öne çıkan piyasalardan biri oldu.
Bir başka
“neoliberal” ABD Başkanı Ronald Regan ile dünya ekonomisine yön verirken komünizmi yıktı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yardım etti. Rusya’da yeni bir dönemin mimarı olarak Mihail Gorbaçov’a “Perestroyka (yeniden yapılanma) ve “Glasnost (açıklık) dediği düzeni kurmasına destek verdi. Bu oluşumda bir Polonya gazetesinin “Demir Lady” tanımlaması İngiliz Kraliçesi’nin verdiği “Baroness” unvanının da önüne geçti.
“Nuh deyip peygamber demeyen!” uzlaşmaz tutumuyla 11 yıl iktidarda kaldı. 1982’de Arjantin’in Falkland Adaları’na el koymak istemesi üzerine denizaşırı savaşı göze almakta tereddüt etmedi. 1984’te partisinin toplantısının yapıldığı otelde İrlanda Cumhuriyeti Ordusu’nun (İRA) bombalı suikastından yarasız kurtuldu.
Ancak, gelir düzeyine bakılmaksızın bireylerden bir çeşit
“kelle vergisi” niteliğinde belediye vergisi alınca kendi partisinden de tepkiler başladı. “Büyük Britanya’nın Büyük Britonu” da denilen Thatcher hakkında İngilizler “sevgi” ile “nefret” arasında kutuplaşıyorlar. Son zamanlarda kendisini “hâlâ başbakan sanacak” boyutta Alzheimer oldu.

\n

***

\n

Şömine önünden önce de Özal’ı yakından izledi, ekonomik siyasasını övdü, 12 Eylül askeri darbesinin Türkiye’ye istikrar getirdiğini söylüyordu!
Özal’ın Thatcher’dan esinlenmesinden sonra bugün Türkiye’de, İngiltere’de olduğu gibi sendikaların greve gidişleriyle ilgili haberlere basında rastlıyor musunuz?
O gün basına “Türkiye’de ben de aşağı yukarı onunla aynı şeyleri yapmaya çalışıyorum” demişti. 6 Nisan 1988’de Ankara’ya geldiğinde “Sayın Özal’ın başarılarına İngiltere’de büyük övgü duyulduğunu” da söylemişti.

\n

Yeşilçam’a Biber Gazı!

\n

İstanbul’da Yeşilçam Sokağı’nın bir adı da “Hollyvood”tur! Bu sokağa bu adı veren somut simgesi de “Emek Sineması”dır. Bu sinema, bir anlamda Yeşilçam’ın, dünya filmlerinin de yansıdığı bir “kültür mirası”dır.
Bu sinemanın yıkılıp yerine dört katlı AVM yapılmasına başlanınca sinema dünyası haklı olarak ayağa kalktı. Binanın sahibi olan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun patronu Çalışma Bakanı
Faruk Çelik ve kültürel mirası korumakla görevli Kültür Bakanı Ömer Çelik’ten “çıt” çıkmadı!
“Çıt” ise daha önce İstanbul’da valilik yapan, bu sinemanın önemini bilen İçişleri Bakanı Muammer Güler’in emrindeki güvenlik güçlerinden, tepkilerini gösteren sanatçılara biber gazı, basınçlı su fışkırtılması gibi insanlık dışı bir davranış olarak geldi. Bakana göre gösterileri “sanatçıların arasına karışan yasadışı örgüt üyeleri” yapmışmış!
Türkiye’de
“sinema yazarlığı-eleştirmenliğinin 1 numarası” Atilla Dorsay da gösterilerde saldırıya uğradı. “Emek yoksa ben de yokum!” diye yazdı. Pazar günü olaylar tırmanınca sözünde durdu, kararını 8 Nisan’da “Veda Zamanı” başlıklı yazısında şöyle açıkladı:
“Benim için artık ne sözün ne de yazının önemi kaldı. Bu belki, artık sessiz kalmanın çığlık atmaktan daha önem kazandığı bir durumdu. Ve kaçınılmaz oldu.”
Dorsay, Cumhuriyet’ten ayrıldığında çok üzülmüştüm! İlkelerinin adamı Dorsay’ı iyi tanıdığımı sanıyorum. Dorsay’ın iki şapkası vardır. Pek çok okur, onun
“yüksek mimar” olduğunu bilmez. Ama o, bu mesleği yerine “sinema yazarlığında” karar kılmıştır.
Emek Sineması olayında davranışının, yalnızca sinema yazarlığından değil, mimarlığından kaynaklandığı da unutulmamalıdır. Dorsay,
Atatürk’ün şu sözlerini çok iyi bilir:
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız...”
Sanatı
“ucube” olarak gören bir iktidara Dorsay’ın meydanı boş bırakmamasını dilerim. Bu kararı ile suçluları değil, okurlarını cezalandırmış oluyor. Atilla, lütfen sütununu okurların için boş bırakma!

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları