O ve Bu (2)...

18 Temmuz 2014 Cuma

Yıl İÖ (????)... Nuh, tufandan kurtulmak için, tekneyle günler süren yolculuktan sonra bir gün, karaya yaklaşıp yaklaşmadıklarını anlamak amacıyla, güvercinleri havalandırır. Güvercinler ağızlarında birer “zeytin dalı” ile dönerler.
Nuh ve ailesi, zeytin dallarından, karaya yaklaşıldığını, doğa ile savaştan sonra esenliğe ulaşıldığını anlarlar. O günden sonra zeytin yalnızca barışın simgesi olmakla kalmaz, meyvesi ve yağı ile insanlığın en kutsal bitkilerinden biri olur. İnsanlık, zeytinyağını Nuh’un güvercinlerine borçludur!
Karaya ulaşıldığında Nuh hayvanlarını salar, akşam tekneye dönmelerini söyler. Akşam tüm hayvanlar dönerler. Ancak keçilerde bir gariplik sezinler. Keçiler bir sağa, bir sola yalpalamaktadırlar.
Nuh ertesi günü yine hayvanları salar, keçileri izler. Keçilerin bir bitkinin renkli meyvelerinden yediklerini görür. Nuh da meyvelerden yer, keçilerle birlikte yalpalayarak tekneye döner.
Yedikleri meyve, mayalanmaya yüz tutmuş üzümlerdir. Üzüm de zeytin gibi meyvesi ve suyu ile insanlığa hizmet edegelmiştir. Suyundan yapılan şarap da sanatı yaratmıştır. İnsanlık, şarabı Nuh’un keçilerine borçludur!
Nuh’un gemisi bazılarına göre ister Ağrı Dağı’nda, bazı inançlara göre de ister Cudi Dağı’nda esenliğe ulaşsın, her ikisi de Anadolu’dadır.

***

Yıl 1923... Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği bağımsızlık savaşının kazanıldığını İsmet Paşa Lozan Antlaşması’nı imzalayarak kesinleştirdi. İngilizlerin öne çıkmasıyla bir ek sözleşme de imzalandı. Buna göre Anadolu’daki Ortodoks Rumlar Yunanistan’a, Yunanistan’daki Müslüman Türkler de Türkiye’ye zorunlu göç edeceklerdir.
O zaman Yunanistan’ın nüfusu 2.8 milyon. Savaştan yenik çıkan bu ülkeye Anadolu’dan zorla gönderilen 1.4 milyon işsiz Rum da yığılınca yoksulluğun, hastalığın yoğunlaştığı Yunanistan’da yaşanan trajediyi tahmin edebilirsiniz. Bir anlamda bugün her üç Yunandan biri Anadolu kökenlidir. Gidenlerin Pire Limanı’nda ve adalarda tek tesellileri; Bizans, klasik Türk ve halk müziklerinin karışımı olan “rebetika” şarkılarıydı.
Gidenlerden biri de Edremit’in Adatepe köyünde Refika adıyla bilinen bir Rum kızıdır. Güzelliği ile herkesi büyüleyen bu kadın, günümüzde bile Adatepe’nin simgesi kabul edilir. Çok güzel şarkı söyleyip dans edermiş. Yunanistan’a gittiğinde herhalde o da rebetika söyleyen bir “rebet” olmuştur. Arkasından Adatepe’de düğünlerde şarkılar söylenip danslar edilmiş. Sonraları Yunanistan’da güzellik kraliçesi bile seçildiği söylenir!

***

Yıl 1923 - 27... Yunanistan’dan Türkiye’ye 470 bin Türk gelmiş. Her ne kadar Türkiye savaştan yenik çıkmadıysa da savaşın yaralarını sarmaktadır. İşte O, hükümete şöyle bir talimat vermiş:
“Bu insanlar çoğunluğu başta Girit olmak üzere adalardan geliyorlar. Bunlar zeytin ve zeytinyağını çok iyi biliyorlar. O halde Ayvalık’tan Side’ye kadar olan kıyı illerindeki kamu arazilerini bunlara zeytin ağacı yetiştirmek koşulu ile bağışlayın. Böylece işsiz kalmamış olurlar, ekonomiye de katkı yaparlar!”

***

Yıl 1929... O, Yalova Millet Çiftliği’ni ziyaret eder. Yörede zeytinciliğin gelişmesi talimatını verir. Çevrede verimden düşmüş, bakımsız 4 bin kadar ağacın bakıma alınmasını ister, gereken yapılır.
İtalya’dan Petrini adlı bir ziraatçıyı getirtir, Bursa ve ilçelerinde köylülere zeytincilik kursları açtırır. Bununla da yetinmez, arkeolog yetiştirmek için yurtdışına nasıl öğrenci gönderdiyse, “Tarımda Tedrisatı Islah Kanunu” doğrultusunda zeytincilik eğitimi için gençleri İtalya’ya göndertir.
Nizamettin Turgay, Ferruh Barlas, Kadri Akçal ve Adil Aytuna 2 yıllık eğitim sonrasında Tarım Bakanlığı’nda görevlendirilirler. Sonrasında onlar binlerce köylüyü eğitirler.

***

Yıl 1937... İzmir Bornova’da “Zeytincilik İstasyonu’nu” kurdurtur. Günümüzde “Zeytincilik Araştırma Enstitüsü” olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

***

Yıl 1945... İzmir Eşrefpaşa’da oturuyoruz. İlkokul öğrencisiyim. Evimizin karşısında bir dokuma işliği vardı. Sahibi, milli bisiklet yarışçısı Kazım Bey Uzakdoğu’dan getirttiği “jüt”ten ya da köylüden topladığı keçi kıllarından, zeytinyağı fabrikalarına özel torbalar dokuyordu.
Yanında ise bir zeytinyağı imalathanesi vardı. Annem Naciye, elime tutuşturduğu boş şişeyi Kazım Bey’in baş müşterisi olan o imalathaneye gönderip doldurturdu. Babam Hilmi, kışa girerken imalathanenin sahibinden birkaç çuval “prina (çekirdeğin posası)” alır, annem de “kuzinede (yemek de yapılan soba)” yakardı. Böylece hem yemek pişerdi hem de ailecek ısınırdık. İmalathaneden aldığımız zeytinyağından ucuz “sabun” da cabasıydı!

***

Yıl 2013... Türkiye zeytin üretiminde İspanya, İtalya, Yunanistan’dan sonra 4. sırada. Yılda 1.2 milyar lira değerinde 165 bin ton zeytinyağı üretiliyor. Zeytinlikler tüm tarım alanlarının yüzde 3.5’i kadar. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin hedefi Türkiye’yi 2. sıraya çıkartmak. 2000’de 98 bin olan ağaç sayısı 167 bine çıkartıldı. Yarım milyon insan zeytin üretiminden yararlanıyor. Zeytinyağı üretimi yetmediği için yılda 3.6 milyar dolarlık bitkisel yağ ithal ediliyor.

***

Yıl 1939... Bir geri dönüş yapalım... O’nun yerine geçen İsmet Paşa da “3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Yasayı” onayladı. İlk kez bir ürün hakkında yasa çıkartıldı.

***

Yıl 2014... Şimdi Bu, tutturmuş... Bu yasada bir değişiklik yaparak 25 dönümden küçük zeytinlikler “sıradan” kabul edilip yerlerine termik santral, TOKİ binaları, çeşitli tesisler kurulabilecek. Türkiye’deki zeytinlikler ise ortalama 10-12 dönüm arasındadır. Türkçesi ile Bu, bunların köküne kibrit suyu diyor... Şimdi Bu, O’nun yerine oturmaya hevesleniyor. İnşallah, o günü görmeyiz!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları