1 Kasım ve ötesi...

06 Kasım 2015 Cuma

AKP’nin bu denli büyük oy patlaması yapacağını asla hesap etmeyen ve fena halde “yenilmişlik, yılgınlık, umutsuzluk” girdabına giren kesimlerin, yani bizlerin, birbirimize, kendimize sorduğumuz ilk soru şu: Peki, bundan sonra ne olacak?
Kendi ajandası doğrultusunda, kendi ideolojisi uğruna her şeyi yapmaya hazır bir parti AKP. Aslında partiden de öte... 7 Haziran seçimlerinden sonraki 5 ayda ülke olarak yaşadıklarımız bunu kafamıza vura vura bize gösterdi. Tiyatro sahnesi benzeri bir oyun kurgulandı, “terör sopası” hortlatıldı ve AKP’nin iflas etmek üzere olan tüm icraatlarının üzerine yeni bir perde çekildi. Başrol AKP’nindi tabii, ama diğer oyuncular da hakkını verdiler doğrusu; PKK, AKP’nin ekmeğine yağ sürerek; MHP uzlaşmayı baştan reddederek; HDP, PKK yörüngesinden çıkamayarak; CHP zamanlama sorunu ile “zaten geç kalmış atağını” halka anlatmayı beceremeyerek...
Haziran seçimlerinde AKP ve Tayyip’e “yavaşla biraz” mesajını veren seçmenin önüne terör sopası ve onunla birlikte verilen havuçları (asgari ücretin 1300 liraya çıkarılması, taşeron işçilerin yeniden kadroya alınması vs.) kondu. Hakkını verelim; başarılı bir toplum mühendisliği ile 5 aylık süreyi çok iyi kullandı AKP. Biz Suruç’un, Ankara katliamının AKP’ye oy kaybettireceğini düşünürken tam tersi oldu. Belli ki AKP seçmeninin gözünde de o yitip giden canlar “ötekiler” idi... Peki, meraktan soruyorum, o bombalardan biri iktidarın politikalarına karşı çıkanların toplandığı bir meydan yerine, örneğin Ankara’da metroda patlatılsaydı, yüzlerce kişi ölüp yaralansaydı, AKP aynı oranda oy alabilecek miydi?
Neyse biz yine ilk soruya dönelim. Bundan sonra ne olacak?
Seçim sürecinde iktidar, elinin altındaki tüm mekanizmaları kullanarak, alan genişleterek, muhalif basını susturarak iflas etmeye yüz tutmuş tüm icraatlarını halının altına iteledi ama hepsi de duruyor. Yıllardır hedeflerin çok altında seyreden büyüme mi dersiniz; işsizlik, özellikle de genç işsizliği mi; her ay bir öncekini aratan enflasyon ve hayat pahalılığı mı; yoksa hızla açılan gelir eşitsizliği makası mı? Uzun bir süredir bunların üzerine gidecek, çözümler geliştirecek ne bir programı ne de vizyonu var. Ama hâlâ iktidar.
İhracat verileri sürekli kötüleşiyor, uzun zamandan beri doğrudan yabancı yatırım çekemiyoruz, yeni istihdam alanları yaratamıyoruz.
Moody’s Türkiye’nin dış kırılganlığa açık ülkelerin başında olduğunu bir kez daha vurguladı. Geçen yıldan bu yana küresel rekabet endeksinde 6 sıra, küresel inovasyon endeksinde 4 sıra, yolsuzluk algı endeksinde 11 sıra, hukukun üstünlüğü endeksinde 21 sıra geriledik.
Sonuçta devasa sorunlar hâlâ ortada. Üstelik Fed’in aralıkta faiz oranlarını artırabiliriz sinyali, paranın bizim gibi ülkelerden hızla çekileceği anlamına geliyor.
Türkiye’de en çok katma değer üreten sermaye grupları ile ekonomik ve siyasi açıdan zıtlaşma, ihalelerden dışlanma, mali denetim, gerektiğinde holdinglere el koyma gibi baskı pratiklerinin artması ile nasıl ekonomik düzelme yaşayacağız?
Eğitime, bilime hiç girmeyelim; çevre politikalarına, iklim değişikliği ile mücadelede hemen hemen hiç adım atmamamıza da... Bunların hiçbiri AKP’ye oy veren kesimlerin hiç umurunda değil, önceliklerinde de değil.
Tıpkı Ortadoğu ülkeleri gibi... Çıkış yolu yok mu? Var... Ama belki önce şunu sorgulamayılız: Biz kimiz? Kaç kişiyiz? Ne yapabiliriz? Kavga etmeden, egolarımızın esiri olmadan birlikte hareket etmeyi ne zaman başarabileceğiz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları