Demokratik kapitalizm krizde... Başka yol peki?

23 Haziran 2023 Cuma

Zaman zaman kabuğumuzdan kafamızı dışarı çıkarıp dünyada değişen dinamikleri izlemek, nedenlerini anlamaya çalışmak önemli. Bir seçimi kaybettik. Önemli bir yenilgi aldık. Evet “değişim” deniyor, siyasi partiler kurultaylar düzenleyeceklerini açıklıyorlar. Evet, lider de siyasete yeni yüzlerin girmesi de önemli. Ama asla ve asla yeterli değil. Önce anlamak ve politikaları o doğrultuda oluşturmak şart.  

Düşünce kuruluşu Freedom House’a göre birçok ülke yıllar içinde kazandıkları özgürlükleri son 17 yılda kaybetti. Otoriterlik tüm dünyada yükselişte. 21. yüzyıla baskı, çalkantılar, demokratik kurumların erozyonu damgasını vuruyor. Yani Türkiye yalnız değil bu konularda. Peki neden böyle olduk? Alman yazar Thomas Mann ta 1938’de “Demokrasilerde insanların yaptıkları en büyük hatayı ‘unutmak’ olarak” tanımlamıştı. Mann, demokrasinin temelini oluşturan kurumları yaratmanın zorlu sürecini unutmanın, unutmanın da ötesinde kolektif hafızadan silmenin, bu kurumların ebedi olarak dokunulmaz kalacaklarını varsaymanın, kısaca demokrasiyi sorgulamadan kabul etmenin toplumlar açısından tehlikeli biçimde kolay olduğundan korkuyordu. Haklı da çıktı.  

Birçok ülkede insanlar demokrasiye sahip çıkmayı, ortak refah temelinde vatandaşlık görevlerini yerine getirmeyi aksattılar mı peki? Ya da ne oldu? Otoriterliğin cazibesine de yenik düşüldü? Yoksa yaygın bir görüş olan “Her ulus hak ettiği şekilde yönetilir” savı mı geçerli? 

Prof. Dr. Daron Acemoğlu Foreign Affairs’te yayımlanan makalesinde bu konuyu ele alıyor. Son derece önemli. Acemoğlu iki önemli ekonomistin kitaplarından yola çıkarak irdeliyor mevcut krizi. Biri Martin Wolf. Demokratik Kapitalizmin Krizi adlı kitabında bu krizin ana nedeni olarak kapitalizm ile liberal demokrasi arasındaki ilişkinin bozulmasını gösteriyor. Bir başka ekonomist Pranab Bardhan ise Güvensizlik İçinde Bir Dünya adlı kitabında dünyası saran bu hastalıkların eşitsizlikler bağlamında değil güvensizlik bağlamında en iyi anlaşılabileceğini savunuyor. Yani iş kaybı, gelirlerin azalması, yoksulluk ve kültürel değişimlerden kaynaklanan ekonomik ve sosyal kaygılar...

Bardhan zenginler ile yoksullar arasındaki gelir uçurumu genişledikçe ekonomik güvensizliğin arttığını söylerken, Wolf, “birçok demokrasi, hızlı küreselleşmeyi, kuralsızlaştırmayı ve sermayenin çıkarlarını emeğin çıkarlarından üstün tutan diğer düzenlemeleri şevkle kucakladı. Liderler, bu değişikliklerin herkesin çıkarına olduğunu iddia ettiler” diyerek paylaşılan refahın çöküşü ile demokrasinin krizi arasındaki yakın bağlantıya dikkat çekiyor. 

Verdikleri örnekler Brezilya, Macaristan, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve tabii Türkiye’den... Hepsinde de yalnızca küçük bir azınlığın ekonomik büyümeden yararlandığı, geri kalanının ise toz içinde kaldığı bir model lehine ortak refah terk edildi. İnsanlar demokratik vatandaşlar değil tüketici olmaya teşvik edildi. Sonuçlar güveni zedeledi. 

Güvendeki bu düşüşün, demokrasilerdeki insanların kurumlarına olan inançlarını kaybetmelerine yol açtığı açık. Ancak hayal kırıklığı yaşayanların neden sol alternatifler yerine sağcı popülizme ve otoriterliğe yöneldiği sorusunun yanıtı tam açık değil. Nedenlerden biri olarak yükselen milliyetçilik gösteriliyor. Peki yükselen milliyetçilik demokratik erozyonun sonucu mu yoksa önde gelen kaynağı mı? İşte tam da bu noktada Acemoğlu’nun yorumu önemli.

Küreselleşme milliyetçiliğin canlanmasında önemli rol oynadı. Şirketlerin vergi kaçırmasına izin vererek, ülke içinde istihdam yaratılmasına katkıda bulunmayarak yeni eşitsizlikler yarattı. Fikirlerin internet, televizyon ve sosyal medya kanalları ile yayılması ile kutuplaşmalar derinleştirildi. Artan hoşnutsuzluk ise Erdoğan, Trump, Mori gibi sağcı popülist politikacılar tarafından da ustaca körüklendi. 

Peki neler yapılabilir? Çözüm yolları var mı? Yerimiz kalmadı. Devamı haftaya...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları