Şiddet daima daha fazla şiddeti doğurur

13 Ekim 2023 Cuma

İsrail Başbakanı İzak Rabin’i 1995’te öldüren suikastçı Filistinli bir militan değildi, Oslo Anlaşmalarına karşı çıkan İsrailli bir aşırılık yanlısıydı. Kutsal topraklardaki Yahudi egemenliğinin tartışılamaz olduğunu düşünen İsrailli radikaller için Rabin’in “barış için toprak” anlaşması nefret uyandırıcıydı. Rabin suikastı, İsrail ile Filistinliler arasındaki düşmanlığın sona ermesi umuduyla 100 binden fazla İsraillinin katıldığı bir barış mitinginin sonunda meydana gelmişti. O zamanlar bu umut gerçekçi görünüyordu.

Rabin suikastından en çok yararlananlar İsrailli milliyetçiler, özellikle de sağcı Likud Partisi’nin lideri Benyamin Netanyahu olmuştu. Bir yandan aşırı sağcıların İsrail’de güç kazanarak Filistin halkı üzerindeki baskıları artırmaları bir yandan Filistin topraklarının El Fetih hareketi ve Hamas arasındaki bölünmüşlüğü içinde meşruiyetini öldürmeye dayandıran Hamas terör örgütünü güçlendirdi. Doğanın kanunu böyledir. Şiddet şiddeti besler, boşlukları ise daima birileri doldurur. 

7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı saldırılar bunun sonucu. 

Tabii bunların hiçbiri, çoğu savunmasız sivil, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 1000’den fazla İsrailliyi öldüren Hamas teröristlerinin İsrailli sivillere karşı uyguladığı zulmü mazur gösteremez. 

Bugün karşımızdaki tablo:

Netanyahu’nun kötü politikalarının bedelini ödeyen İsrail halkı.

Baskı altında ezilen, kendini Hamas’a mahkûm eden, Hamas’ın kamikaze gibi saldırılarında “canının hiçbir değeri olmayan” Filistin halkı... 

İsrail’in Hamas’ı askeri bir güç olarak ortadan kaldırıp kaldıramayacağı henüz belli değil, ancak bu hedefe ulaşma mücadelesinde İsrail’in muhtemelen hem askerler hem de rehineler olmak üzere pek çok kişinin hayatını kaybetmeye hazırlıklı olması gerektiği açık.

YA ULUSLARARASI TOPLUMUN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Netanyahu’nun politikalarına tüm dünyada gerçek anlamda “Dur” diyen olmadı. İsrail’in kendi içindeki barış yanlışı ve sağduyulu bir grup dışında. Onlar sanırım bugün yaşananları bu boyutta olmasa da seziyorlardı. 

İsrail, Trump döneminde de Biden döneminde de hem ABD’den hem de Avrupa ülkelerinden büyük destek aldı. 

İsrail Arap ülkeleri ile normalleşme sürecini başlatırken Filistin konusu bunun dışında tutuldu. Esen ılık rüzgârlar sanki Filistin sorunu diye bir sorun hiç olmadığı yönündeydi. 

Şuna geleceğim:

Bunun er ya da geç bir sonucunun olacağı biliniyordu. Dur denmedi. Demek ki seyirci kalınarak bu istendi. 

Tıpkı Rusya ve Ukrayna arasındaki 1.5 yılı aşkın süredir devam eden savaş gibi. 

Tıpkı yanı başımızda Azerbaycan ve Ermenistan arasında her an boyutu savaşa dönüşmeye hazır çatışmalar gibi...

Tarihsel deneyim bize açık bir biçimde gösteriyor: Kapitalizmde büyük krizler, askeri harcamaların artması ve savaşlarla alt edilebiliyor.

Kapitalizm üzerine kurulu küresel ekonomik sistemin bugün yaşadığı açmazın çözüm anahtarlarından biri de belli ki savaşlar. Bunu tekrar hatırlamakta yarar var. 

İsrail İran’a, olmadı Filistin’e saldırır. Suriye’ye müdahale edilir, Ortadoğu patlar, Afrika zaten perişan durumda, ABD-Çin gerginliği kızışır...

Ve yine gelip gelip takıldığımız ana soru: Bu durumda kitleler ne yapabilir? Halklar ne yapabilir? 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları