Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Merkez bankalarını işlevsizleştirme süreci
Merkez bankacılığının tarihsel gelişme süreci incelendiğinde, ilk merkez bankalarının Hazine’nin mali ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturuldukları; MB’lerin, banknot çıkarma imtiyazı, bankacılık sistemini denetim, para politikası araçlarını saptama ve kullanma, kredinin son kaynağı olma gibi işlevlerini zamanla kazandıkları görülmektedir. MB’ler 1929-30 dünya büyük ekonomik krizi ardından, savaş hazırlıkları, Il. Dünya Savaşı’nın finansmanı ile Hazine’nin, siyasal otoritenin güdümüne girmişlerdir. I. Dünya Savaşı sonrası MB’ler genelde devlet bankaları olarak kurulmuşlar, II. Dünya Savaşı sonrası da özel ticaret bankası olarak kurulmuş MB’ler de örneğin; Fransız Merkez Bankası (Banque de France) 1945, Birleşik Krallık Merkez Bankası (Bank of England - BoE), 1946, Hollanda Merkez Bankası da (De Nederlandshe Bank) 1948 yılında devletleştirilmiştir.
Merkez bankalarının devlet bankası olmaları, devletleştirilmeleri Hazine’nin MB’ler üzerindeki denetimini güçlendirmiştir. FED, mülkiyetinin özel bankalara ait olması nedeniyle daha bağımsız hareket etmekle beraber Hazine’nin etkisi ile faizin düşük tutulmasını sağlayarak, kamunun borçlanma maliyetini azaltmıştır.
Dünya genelinde 1960’lı yıllarda enflasyonun süreğenleşmesi, MB’lerin kamu kesimini finanse etmesinin enflasyonun başlıca dinamiği olduğu görüşünün güçlenmesi; IMF ve Dünya Bankası’nın etkinliklerinin artması; uluslararası sermaye hareketlerinin hızlanması, iletişim teknolojisinde gelişmeler, Avrodolar piyasalarının oluşması, siyasi otoritenin MB’ler üzerindeki hegemonyasının azalmasına yol açmıştır.
Dünya genelinde 1990’lı yıllarda neo-liberal politikaların izlenmesi, ekonomik istikrarın sağlanmasında para politikasının temel araç olarak benimsenmesi, başarının ancak bağımsız merkez bankalarınca sağlanabileceği öngörüsü, merkez bankacılığında neo-liberal dönemin başlamasına yol açmıştır. 2000’li yılların başlarında dünya ekonomisinin, düşük enflasyon, yüksek istihdam, genişleyen küresel ticaret hacmi ile hızlı büyüme sürecine girmesi, MB’lere itibar kazandırmış, başarı büyük ölçüde MB’lere atfedilmiştir. Hızlı büyüme süreci sürerken ekonomilerde riskler de oluşmaya başlamış, ancak görmezden gelinmiştir. Risklerin belirginleşmesi ile dünya ekonomisi 2007-8 finansal krizine girmiştir. MB’lerden, finansal istikrar yanısıra istihdam ve ekonomik büyüme sorunlarına çözüm getirmeleri de beklenmiştir.
Merkez bankaları, düşük faiz, zorunlu karşılık oranı indirimi, bankalara kredi kolaylıkları sağlama gibi geleneksel para politikası araçları yanı sıra varlık alım programları, şirket kurtarma gibi olağandışı araçlara da başvurmuşlardır.
FED, 2007-9 döneminde Federal Hükümetin Varlığa Dayalı Menkul Kıymet Pazarına Yardım Programı’na katılmış, varlık alımlarıyla şirket kurtarma programını desteklemiştir. Bu bağlamda federal kuruluş Fannie Nea ile Freddie Mae tarafından garanti edilmiş ipotekli borç senetlerini, finansman bonosu fonlama kolaylığı (CPFF) ile büyük şirketlerin kamuya satamadıkları finansman bonolarını almış; finansal aracılara esnek krediler sağlamış (PDCF); finansal kurumlarla Hazine bonosu, ipotek teminatlı senetler takası yaparak (TSLF) likidite sağlamıştır.
Avrupa Merkez Bankası (ECB) 2009 yılında süre belirlemeden başlattığı varlık alım programlarını sürdürme yanı sıra 2014 yılından itibaren, uzun vadeli uyumlu yeniden fonlama (TLTRO) programı uygulayarak bankalara esnek vade ve tutar ile vadesi dört yıla kadar uzayan krediler vermeye başlamıştır. İngiltere de Hazine bakanı, 2008 yılında BoE’ye Hazine bonoları ve kaliteli menkul kıymet satın alma programını (APF) oluşturma ve uygulama yetkisi vermiştir. BoE, BEAPFF unvanlı fılyal bir şirket kurarak varlık alım programı uygulamasına başlamıştır. 2015’te 375 milyar £ olan program hedef 2017 yılında 435 milyar £’e yükseltilmiştir.
Alınan önlemlere, izlenen politikalara karşın özellikle Japonya ve AB ülkelerinde yatırım ve tüketim harcamaları artırılamamış, yeterli istihdam yaratılamamış, ekonomi büyüme sürecine sokulamamış, istikrar için hedeflenen yüzde 2.0 düzeyinde enflasyon yaratılamamış, resesyon tehlikesi de tümüyle giderilememiştir. Sonuçta ülkeler arası gelir dağılımı, gelişmekte olan ülkeler, özellikle emekçiler aleyhine bozulmuş, merkez bankalarının bilançoları toksik olarak nitelendirilen varlıklarla kabarmış, merkez bankaları başarılı bir sınav verememiştir.
Koronavirüsün ekonomik etkilerini gidermek için merkez bankaları faiz indirimi, ekonominin likiditesini genişletmeye yönelik önlemler almaya başlamıştır. FED, faiz aralığını yüzde 0.00 - 0.25 indirmiş; BoE politika faizini yüzde 0.75’ten 0.25’e çekmiş; ECB yüzde 000 politika faizini sabit tutmuş, banka mevduat faizini eksi yüzde 0.50 olarak belirlemiştir. FED’in NYFRB aracılığıyla gerçekleştirdiği APİ de günlük repo limitinin tükseltilmesine, 700 milyar dolar finansal genişleme programı açılmasına ECB’de varlık alım programının sürdürülmesine karşın başarılı sonuç beklenmemektedir. MB, FED, Maliye politikasının ön plana çıkması, siyasal otorite güdümüne girmeleriyle ana işlevlerini yitirme sürecine girmişlerdir.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Çorlu tren faciası davasında 6 yıl sonra karar çıktı!
- Beslenme çantalarının içi boş kaldı...
- Böylesi görülmedi: Tavuk mu horoz mu?
- Özel yeni üye kampanyasını başlattı
- Bugün 23 Nisan! Arşiv görüntüleriyle Meclis'in açılışı..
- Erdal Sağlam'dan ekonomi analizi!
- Belediye başkanı 'sıkıntı olmayan belediyemiz yok' dedi
- Özdağ'dan hükümete Dünya Bankası tepkisi
- Meclis'te gerilim
- Tarım Bakanlığı'nda 'Suriyelilere kadro' iddiası
En Çok Okunan Haberler
- Kepez Belediyesi'nde yeni başkan belli oldu
- Şu pişkinliğe bakar mısınız!
- AKP'li isimden istifa çağrısı!
- Öğrenilmesi en zor dili açıkladı
- Milletvekili sayısı artacak
- 'Kapıdan içeri sokmayın'
- Soylu geri mi dönüyor?
- Okyanus kadar derin 4 burç
- Eski çağ heykellerindeki penisler neden bu kadar küçük?
- 'Asla yalnız yürümeyeceksin'