Komploya Sığmayan Yolsuzluk ve Hukuksuzluklar

28 Aralık 2013 Cumartesi

Kirli oyunlar dendi; komplo, inlere saklanmış çeteler, iç güçler, dış güçler... Sanki ayakkabı kutularını dolduranlar bu güçlermiş gibi. 10 yıldır her nasılsa var olmayan paralel devlet sanki dün birdenbire ortaya çıkmış gibi. “Ne istedilerse verdikleri” sanki başkalarıymış gibi.
Yetmedi.
Polis teşkilatından yüzlerce polis müdürü ve memurunun görev yerleri değiştirildi ve bu şekilde rüşvet soruşturmasının önü kesilmeye çalışıldı. Adli kolluk yönetmelikleri, başı dertte olan iktidarı koruma içgüdüsü ve bundan sonraki olası yolsuzluk operasyonlarının engellenmesi niyeti doğrultusunda bir anda değiştirilerek kişilere ve olaylara özel “butik hukuk hizmeti” verilmeye çalışıldı.
Neyse ki bu yanlış karar Danıştay’dan döndü ve yürütme durduruldu. Gerçi hemen arkasından Başbakan Erdoğan “bunun da gereğinin yapılacağını” söyledi. Gereğinin nasıl ve ne şekilde yapılacağına yine hep birlikte şahit olacağız…
Bakanların, nasıl ve tam olarak hangi metinleri ezberleyip okuyarak istifa edeceklerine, okunan metinlerde kimin ne oranda “rahatlatılacağına” da parti yönetiminin karar vermesine; “Yolsuzluk” yaptıkları yolunda haklarında çok ciddi deliller bulunan banka müdürleri ve işadamlarının Başbakan tarafından “dürüst, saf, hayırsever işlere girmiş” gibi tanımlamalar üzerinden kucaklanmasına; bağımsız bir şekilde görev yapması gerektiği kanunlarda kesin olarak belirtilen yargı erkinin bir mensubu olan savcının, ikinci yolsuzluk soruşturması için 30 kişi hakkında gözaltı ve arama emri çıkarmasına karşın “yeni atanan” polislerin savcı talimatına karşı gelmesine, emirleri yerine getirmemesine ve dosya içeriğinin basına sızdırılmasına; bu sayede muhtemel suçluların delilleri karatıp ortalıktan kaybolmasına imkân tanınmasına ve dosyanın söz konusu savcıdan alınmasına; kuvvetler ayrılığının mevta oluşunun, hukukun ayaklar altına alınışının en kaba ve anlaşılır biçimde gözler önüne serilmesine rağmen yine de olmuyor. Açılan delik yama tutmuyor.
Olan bitenler öylesine yolsuz, haksız, hukuksuz ve hadsiz ki üzeri bir türlü layığınca örtülemiyor.
Soruşturma dosyasındaki imar planlarının Başbakan’ın bilgisi ve talimatı doğrultusunda yapıldığını ifade eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar önemli bir cesaret örneği göstererek hem bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğini hem de Başbakan’ın da görevinden istifa etmesi gerektiğini dile getirmişti.
Ancak ertesi gün Bayraktar’ın aslında görevinden istifa etmediği, azledildiği ortaya çıkınca ve görevini devrederken yaptığı açıklamada 40 yıldır olduğu gibi bundan sonra da partisinin neferi olacağına dair söz verince tornistana girmiş ve bir önceki açıklamalarına gölge düşürmüş oldu.
Ne olursa olsun ilk önce yapılması gerekenlerin ya hiç yapılmadığı ya da iş işten geçtikten sonra yapıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla kırk yılda bir, hem siyasi hem toplumsal hem de vicdani ahlak doğrultusunda atılması gereken adımı atar gibi olanları bile şaşkınlık içinde seyrediyoruz. Hatta seyredemiyoruz.
Medya belki korktuğundan belki de bu yönde talimat aldığından olsa gerek bu manşetlik açıklamaları sumen altı etmeye çalışıyor; akıllara zarar bir biçimde görmezden, duymazdan geliyor ve üç maymun, Türk medyasının, sindirilmiş bir karakter özelliği olma yolunda ilerliyor.

Halbuki:
Hiçbir özgür ülkede basının yasaklanması, susturulması, sindirilmesi kabul edilemezdi. Hiçbir medeni ülke iktidarı, yolsuzlukla bu kadar hemhal olmuşken somut varlığını sürdürmeye çalışmazdı. Hiçbir demokratik ülkede yargı ve güvenlik bürokrasisini elinde tutan gruplar sistemin içine bu derece yerleşemezdi. Sistem içi çete savaşı böylesine alenen ve vahşi bir biçimde yürütülmezdi. Ne kolluk kuvvetlerinin savcıdan gelen emirlere alenen karşı gelmesine ne de anayasanın göz göre göre un ufak edilmesine izin verilmezdi.
Hukukla ve “ileri demokrasiyle” yönetildiği iddia edilen hiçbir ülkede bunca vatansever, aydın insanın, gazetecinin, askerin, öğrencinin, bilim adamının geleceği, kahraman ilan edilen savcıların, destan yazdığı söylenen polislerin elleriyle böylesine karartılmaz, Kuddusi Okkır’ların, Ali Tatar’ların, Teoman Koman’ların göz göre göre ölmelerine, intihar etmelerine ve Fatih Hilmioğlu gibi daha pek çok başka masum, hasta, yaşlı insanın içeride ölümü beklemelerine razı gelinmezdi.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları