Şahin Aybek

21. yüzyılda dünyaya hakim olanlar bilgiye hakim olanlar olacaktır

02 Ocak 2023 Pazartesi

Eğitimci Gülşah Kahraman ile eğitimin ülkeler için önemini, eğitimde fırsat eşitliğini, nasıl bir eğitim sistemi oluşturulması gerektiğini, iyi bir gelecek ve okul için neler yapılmalıyı konuştuk. 

“17. yüzyılda insan kitlelerine, 18. yüzyılda çeliğe, 19. yüzyılda kömüre ve çeliğe, 20. yüzyılda petrole ve nükleer enerjiye hakim olanlar dünyaya hakim olacaktır. Şimdi 21. yüzyılda da dünyaya hakim olanlar bilgiye hakim olanlar olacaktır. Türkiye’de eşitliğin sağlanması için farklı coğrafi bölgelere de aynı oranda eğitim fırsatının sunulmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.”

“Eğitim sistemimiz yeni dünyanın beklediği ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyor, eski bilinç düzeyimizle yaptığımız yenilikler ile başarılı olamıyoruz. Özellikle yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda ve ücretsiz olarak yararlanabilmelidir.”

Merhaba hocam, okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Merhaba kıymetli hocam, 1986 Ankara doğumluyum. İngilizce ve Fransızca öğretmeniyim. Asker bir babanın kızı olarak farklı okullarda eğitim almış olmakla birlikte, genel hatlarıyla ilkokul ve ortaokul eğitimim sürecinde Kıbrıs’ta İngiliz Maarif Koleji’ndeydim. Akabinde Türkiye’ye döndüm ve lise eğitimimi Malatya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Akademik çalışmalarımı Hacettepe ve Gazi Üniversitesinde yürütmekteyim. Özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Okul öncesi hariç fen lisesi de dahil olmak üzere tüm kademelerde görev yaptım. 

Eğitimin ülkeler için öneminden bahseder misiniz?

Bugün dünya ekonomik krizin ve diğer pek çok sorunun çözümünü eğitimde aramaktadır. Şunu iyi bilmek gerekir ki artık ülkelerin dünya üzerindeki önemleri sahip oldukları nüfus ile ölçülmüyor. Nüfus elbette önemli bir güçtür ancak çağımız beden gücünden ziyade beyin gücünün ön planda olduğu bir dönemdedir. Bilgi, tarih boyunca toplumların zenginliğinin en önemli kaynağı olmuştur. Daha fazla ve daha nitelikli bilgiye sahip olan ve bilgiyi etkin bir siyasal, ekonomik ve sosyal örgütlenme ile doğru biçimde kullanabilen toplumlar diğerlerinin önüne geçerek daha yüksek bir refah seviyesine ulaşmıştır. Bilgi ekonomisi ve bilgiye giden yol içerisinde dünyadaki ülkeler misakı milli sınırları içerisinde ve ötesinde var olma stratejilerini büyük ölçüde eğitime döndürmüşlerdir. Bunu şöyle değerlendirmek lazım; Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Paul Kennedy’in İş Bankası yayınlarından bir kitabı var “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri”. Bu kitapta Kennedy şöyle diyor; “17. yüzyılda insan kitlelerine, 18. yüzyılda çeliğe, 19. yüzyılda kömüre ve çeliğe, 20. yüzyılda petrole ve nükleer enerjiye hakim olanlar dünyaya hakim olacaktır. Şimdi 21. yüzyılda da dünyaya hakim olanlar bilgiye hakim olanlar olacaktır. Tıpkı 1600’lü yılların başında Francis Bacon’un da belirtmiş olduğu gibi “bilgi güçtür”. Bilgi ekonomisi dedikleri bu yeni dönem dünyada yeni bir şeyin de başlangıcı olmuştur. Eğitime ilişkin varsayımlar ve günlük hayata dair bildiğimiz temel sistemlere ilişkin varsayımlar yapısal olarak değişmeye başlamıştır. Tüm bunların arkasında ülkelerin var olma stratejileri bulunmaktadır ve her ülke var olma stratejisini güç üzerinden inşa etmektedir. Bilgi ekonomisi inovasyona, teknolojiye ve teknolojinin pazarlanabilir değeri üzerine kurmaktadır. Yani bugün Amerika’daki dört büyük şirket Türkiye’nin toplam gayrisafi milli hasılasından daha fazla bir hacime sahiptir ve bu şirketlerin çoğu teknoloji şirketidir. Buradan şunu anlayabiliriz, bundan sonra ki süreç içerisinde dünyada misakı milli sınırlarında ve ötesinde var olma stratejilerimizi yeniden gözden geçireceksek inovasyon, bilgi ve bilgiye ilişkin yapıları ön plana çıkarmamız lazım. 1990’lı yılların sonlarından itibaren tartışılan bu süreç 2020’li yıllara girdiğimiz zaman tepeye vurmuştur. Tüm bunlardan sonra “Peki o zaman nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir öğretmen, nasıl bir müfredat, nasıl bir yükseköğretim, nasıl bir okul müdürü, nasıl bir öğrenci?” gibi sorular ortaya çıkmaktadır. Yani eğitim sistemleri, bilgi ekonomisine ilişkin en önemli stratejik kaynak olarak yerleştikleri yer itibari ile sorgulanan ve yeniden yapılandırılmaya çalışılan en önemli alan olmuştur. Keza bunu 2015 yılına kadar evrensel düzeyde temel eğitime erişme sağlanması konusunda milenyum yani Binyıl Kalkınma Hedefleri ve akabinde 2015’ten sonra Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nde de görmekteyiz. Özellikle Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin 4. maddesinde “kaliteli eğitim” hedefi vurgulanmaktadır.

Eğitimde fırsat eşitliğini görebiliyor muyuz? 

Eğitimde eşitlik kavramı, eşitliğin tüm öğrencilere aynı müfredatla öğretilmesi ya da okulda aynı öğrenme çıktılarının elde edilmesi anlamına geldiği şeklinde yorumlanmaktadır. Aksine, eğitimde eşitlik nerede yaşadıklarına, ailelerin kim olduğuna ve hangi okula gittiklerine bakılmaksızın tüm öğrencilerin yüksek kaliteli eğitime erişebilmesi demektir. Başka bir deyişle, eğitimde eşitlik aileden getirdiklerimiz değildir. Eşitliğe dayanan ve öğrencilerin daha iyi öğrendiği bir eğitim sistemi, aynı zamanda daha büyük sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin etkilerini telafi edebilir. Bireylere eşit öğrenme fırsatları sunulmaması sosyal adaletin sağlanmaması anlamına gelmektedir. 2019 yılında yayınlanan 41 Avrupa Birliği ve OECD ülkesi arasında gerçekleştirilen araştırmalar sonucu elde edilen Sosyal Adalet Endeksi Raporu’na göre sosyal adaletin diğerlerine göre en iyi işlediği ilk üç ülke sırasıyla İzlanda, Norveç ve Danimarka iken, sosyal adaletin en az olduğu son üç ülke ise sırasıyla Romanya, Türkiye ve Meksika olarak tespit edilmiştir. Bu raporda yer alan sıralamalara esas değerlerin hesaplanmasında kullanılan değişkenler fakirliği azaltma, eşit eğitim fırsatları, iş imkanları, sosyal kapsayıcılık ve ayrımcılıkla mücadele, nesiller arası adalet ve sağlık olarak gerçekleşmiştir. Türkiye genel sıralamada oldukça gerilerde olmasına rağmen önceki yıllarda gerçekleştirilen analizlere göre sosyal kapsayıcılık ve ayrımcılıkla mücadele ve sağlık değişkenlerinde ilerleme kaydetmiştir. Diğer yandan ülke genelinde eşit erişilebilir eğitim fırsatları açısından Türkiye’de önemli sorunlar bulunmaktadır. Buradan hareketle Türkiye’deki farklı kuruluşlarda görev yapan yöneticilerin sosyal adalet ilkesini öncelik haline getirmeleri gerektiği söylenebilir. Araştırmalar özellikle yerleşim yeri, engelli olma, düşük sosyo-ekonomik statü vb. nedenlerden kaynaklı dezavantajlı durumda olan bireylere ya da gruplara etkili öğretmenlik becerilerine sahip öğretmenlerin eğitim verdiği takdirde eşitsizliklerin azaldığına yönelik bulgular sunmaktadır. Türkiye’de eşitliğin sağlanması için farklı coğrafi bölgelere de aynı oranda eğitim fırsatının sunulmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Bilindiği üzere Türkiye uzun zamandır etnik açıdan homojen bir yapıya sahiptir ve sürekli göçmen almaktadır. Ayrıca Türkiye topraklarında yaşanan toplumsal problemlerin başında ise cinsiyet ayrımcılığının geldiğini bilmekteyiz. Özellikle yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda ve ücretsiz olarak yararlanabilmelidir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliğinde 153 ülke arasında 130. sırada. Cinsiyet eşitliği listesi hazırlanırken, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları, sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterlere bakılıyor. 

Türkiye’de eğitime dair birçok sorun vardır ancak, özellikle okullarda karşılaşılan sorunlar bağlamında neler düşünüyorsunuz?

Okullarda karşılaşılan eğitimsel problemlerin tek kaynağının okullar olmadığı, aslında toplumsal problemler, yönetsel alınan yanlış kararlar, politik kaygılar ve vizyonsuz yöneticiler olduğu söylenebilir. Öncelikle sormamız gereken soru “Eğitim verme nedenimiz ne?” sorusu olmalıdır. Eğitimde öncelikli amacımız bireylerin bir dünya vatandaşı olarak kendisine ve çevresine doyumlu ve mutlu bir hayat sunma konusunda katma değer yaratan kişi olmak için eğitilmeleri olmalıdır. Eğitim sistemi oluşturulurken her bir çocuğun farklı olduğu gözetilmeli katılımcı ve öğrenci ihtiyaçlarına odaklanan bir model benimsenmelidir. Barışçıl bir öğrenme ortamı oluşturulmalıdır. Günümüzde hakim olan geleneksel eğitim yaklaşımı akademik bilgi ve becerilere odaklanırken bu bilgi ve becerileri destekleyecek olan sosyal ve duygusal yetkinlikler geliştirme süreçleri geri planda tutulmuştur. Ancak sosyal ve duygusal beceriler her şeyden önce iyi bir öğrenci, vatandaş ve en temelde insan olmak için elzem becerilerdir. Dolayısıyla eğitim yaklaşımında öğrencilerin sosyal ve duygusal beceri ve yetkinliklerini artıracak süreçlerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bugünün dünyasında eğitim hala bireylerden çok toplum için yapılıyor ki bu bireylerin isteklerinin, özgürlüğünün ve mutluluğunun toplum lehine aşındırılması anlamına geliyor. 

Nasıl bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır?

Bilginin ve bilgi ekonomisine ilişkin inovasyonun en önemli hammaddesi insan kaynağıdır. Bu yüzden eğitim sistemlerinin temel sorusu “nasıl bir eğitim sistemi?” üzerine kuruludur. Ancak bunun tek bir cevabı yoktur. Çünkü her toplum farklı eğitim modeline sahiptir ve her toplumun ihtiyaçları değişkenlik gösterir. Eskiden bir öğrenciden beklenen davranış biçimi ve bilgi şu an için farklılaşmış durumdadır. Günümüzde artık 21. yüzyıl becerileri dediğimiz beceriler, yani öğrencilerin bilgi çağında başarılı olabilmeleri için geliştirmeleri gereken üst düzey beceriler ve öğrenme eğilimleri ön plana çıkmaktadır. “İyi eğitim sistemlerinin özelliği nelerdir” sorusuna cevap vermek gerekirse ulusal ve uluslararası araştırmaların hepsinin üzerinde durduğu temel husus; eğitim sistemleri girdisi, süreçleri, çıktısıdır. Yani girdi bizim çocuklarımız, işleyen öğretmenlerimiz, çıkan ise yetişmiş insan kaynağı olarak ifade edebiliriz. Ancak, eğitim sistemimiz yeni dünyanın beklediği ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyor, eski bilinç düzeyimizle yaptığımız yenilikler ile başarılı olamıyoruz. Nitekim PISA ve OECD 2018 raporlarına göre, Türkiye’de öğrencilerin “okuma, matematik ve fen bilimi” alanlarında 2015 yılına göre puan bazında yükseliş olsa bile bu alanların tamamında ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Bu sonuçlara göre Türkiye, PISA testine katılan 37 OECD ülkesi arasında 31. sırada yer aldı. Buradan anlıyoruz ki öğrencilerimizin sınavda yeni nesil soru tipleri çözmeleri gerekiyor ve bu sorular ezberciliğin dışına çıktığı için sadece bilgiyi ezberlemeleri yeterli olmuyor. Daha çok konuyu bilme, okuduğunu hızlı anlama, analiz etme, üzerine düşünme, formülünü yazma ve işlem yapmaya ihtiyaçları vardır. Buradan hareketle diyebiliriz ki öğrencilerimize sorun çözme, yaratıcılık, girişimcilik ve eleştirel düşünme gibi üst becerileri kazandıramıyoruz. Bütün bu açıklamalar çerçevesinde bugün ülkemizdeki öğretim ve eğitim düzeyine bakıldığında, ilköğretim ve ortaöğretimde yaratıcı ve üretici olmayan “ezberci” bir öğretim ve eğitime dayalı öğretim sisteminin uygulandığı ve bunun sonucunda derinlemesine bilgi edinilmesinden uzak, test ağırlıklı bir sistemle üniversite kapılarının zorlandığı, bu zorluğu aşarak üniversiteye giren ve bitirenlerin ise meslek edinmekte zorlandıklarını görmekteyiz. Test tekniği ile yetişen nesilden yaratıcı ve üretici olması beklenemez. Ülke ve uluslararası sorunları algılama-yorumlama-çözümleme ve sonuç çıkarma yerine, sorunlardan kaçma, çözümsüz bırakma veya sorumluluk üstlenme gibi hallerde çekingen davrandıkları görülür. Bu şekilde yetişmiş olanların zamanla kendisiyle çatışan sosyal yaşama uyum gösteremeyen, yaratıcılık ve üreticilik sergilemeyen kişi durumuna düştükleri görülmektedir. Bu bağlamda eğitim sistemimizi oluştururken “öğretmeni eğitebiliyor muyuz, öğrenciyi eğitebiliyor muyuz, eğitim müfredatımız ile çağın gerekliliklerini yakalayabiliyor muyuz” soruları üzerinde düşünmeliyiz. Özellikle öğretim ve eğitim programlarının hazırlanması ve uygulanmasında ders programların yeniden yapılması ve düşünce üretecek derslerin de verilmesinin öğrencilerin yaratıcı olma yeteneklerini geliştirmeleri bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak şunu da biliyoruz ki; dünyanın en iyi binalarını da yapsak, altın kaplamalı binalar da inşa etsek, en iyi müfredatı da oluştursak, bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan öğrenciye el veren, ona dokunan öğretmendir. Öğretmeninizin niteliği derecesinde eğitiminiz de bir o kadar iyidir. Öğretmen bu işin her şeyidir. O zaman Türkiye’de her şeyden önce biz iyi ve nitelikli öğretmenler yetiştirmeliyiz.

Öğretmen yetiştirmenin önemli olduğunu ifade ettiniz. Bu konuda neyi doğru yapıyoruz ya da nerede yanlış yapıyoruz? 

Türkiye’de eğitim fakültelerinin niteliği sorgulanmaktadır. Hala sanayi dönemi ihtiyacına yönelik insan kaynağı yetiştirmeye çalışıyoruz, konu anlatımı/bilgi aktarımı yöntemine devam ediyoruz. Bilgi, doğası gereği geçmişe aittir ve geçmişin bilgisi öğrenciyi ezberci yapar. Az önce de belirttiğim gibi öğrenciye sorun çözme, yaratıcılık, girişimcilik ve eleştirel düşünme gibi üst becerileri kazandıramıyoruz. Bu gerçekler eğitim fakültelerimizin yeni yeterlikler temelli öğretmen yetiştirebilmesi için yeniden yapılandırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bir sistemin ürünlerinin kalitesi girdilerinin kalitesiyle doğru orantılıdır. Öğretmen niteliğini yükseltmek işi ise öğretmen adaylarını nitelikli seçmekle başlar. Mevcut sistemle bir öğretmende olması gereken mesleğe yatkınlık, sözel ifade becerileri, kişilik yapısı ve psikolojik özellikleri ölçebilmek mümkün değildir. Öğretmenlik bir uzmanlık mesleğidir ve öğretmenlik bölümleri belirli sıralamayı aşan öğrencileri almalıdır. Bu bağlamda istihdam politikasının da gözden geçirilmesi ve eğitim fakültelerinde de ciddi manada kontenjanların azaltılması gerektiğini düşünüyorum. Benzer şekilde pedagojik formasyon uygulamasında da sorunlar yaşandığını görüyoruz ve bu uygulamanın yarattığı sonuçlar da halen tartışılmaktadır. Öğretmen yetiştiren kurumlarımızı mutlaka günün yaşam ve koşullarına uygun hale getirmeliyiz. Öğretmenlerimizi artık yüksek lisans mezunu olarak hayata geçirmeliyiz. PISA’ da matematik, fen ve okuma alanlarında başarılı olan Finlandiya, Güney Kore, Singapur, Kanada gibi ülkelerin öğretmen yetiştiren kurumlarına giriş, yetiştirme ve atama sistemlerini inceleyen araştırmalara baktığımızda öğretmenlerinin çoğunlukla yüksek lisans mezunu olduklarını görmekteyiz. Eğitim fakültelerinde, yeniden çağın gereksinimlerine uygun öğretmen anlayışının getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında bu da yetmez. Uluslararası alanda öğretmen yetiştirmeliyiz. 21. yüzyıl becerilerine sahip öğrenciler yetiştirmekten bahsediyorsak öncelikle bu becerilere sahip öğretmenlerin yetiştirilmesi gereklidir. 

21. yüzyıl becerilerinden bahsetmişken, başarılı olmak için gençlerin sahip olması gereken yetkinliklerin öneminden biraz bahseder misiniz? 

Çocuklarımızın gelecekteki zorluklarla baş edebilmesi için 21. yüzyıl’da onlardan beklenilen “yaşam boyu öğrenme” disiplinidir. Bu kavram öğrenmenin sürekli devam eden bir süreç olduğu anlayışıdır. Zaman ve koşullar değişiyor. Buna bağlı olarak da gereklilikler ve öncelikler değişim gösteriyor. Bilgi çağında iş sahibi olabilmek için ise öğrenciler ek olarak derinlemesine düşünme, sorunları yaratıcı biçimde çözümleme, takımlar halinde çalışabilme, farklı araçları kullanarak anlaşılabilir biçimde iletişim kurabilme, sürekli gelişen teknolojileri öğrenme ve çok büyük bir bilgi yığınıyla başa çıkabilme becerilerini kazanmak durumundalar. Dünyanın değişen koşulları öğrencilerin esnek, gerektiğinde inisiyatifi ele alabilen, yeni ve işe yarar ürünler ortaya koyabilen bireyler olmalarını gerektiriyor. Öğrencilerin öğrenim hayatlarını sürdürürken gelecekte girecekleri iş dünyası tarafından talep edilecek becerilerin farkında olmaları ve kendilerini bu doğrultuda geliştirmeleri son derece önemlidir. 21. yüzyılda kazanılması beklenen bütün bu beceriler aslında bir bütün olarak yukarıda da bahsettiğim gibi, hayat boyu öğrenme kavramıyla yakından ilişkilidir. Öğrencilerin kişisel, yurttaşlıkla, sosyal ve/veya istihdamla ilgili bir perspektif içinde bilgi, beceri ve yetkinliklerini geliştirilmeleri amacıyla hayat boyunca öğrenme faaliyetlerini sürdürmeleri çağın gerekliliklerine uygun bir yaklaşım olacaktır. Çağın değişim ve gelişiminin gerektirdiği bilgiyi edinmek ve ulaşmak için belli bir öğrenim yapmak, belli bir eğitim almak değişen dünya düzeninde her zaman yeterli olmayabilir. Alınan ve edinilen bilgilerin yapılan eğitimin değişen ve gelişen uygarlıklarının ortaya çıkarttığı yeni bilgileri edinilmesini zorunlu kılmaktadır. Bireysel anlamda bu böyle olduğu gibi ülkesel anlamda da bu böyledir. Örneğin; bilgi çağının gereği olan bilgisayar sistemini ve onun bağlantısı olan interneti bilmemek bilgiye ulaşmayı ve yeni bilgiler edinmeyi engeller. Uluslararası anlamda internet kullanımı ancak yabancı dil bilmekle olanaklıdır. Bu anlamda yabancı dili etkin biçimde okuma, yazma ve konuşma donanımına sahip olmayı gerektirir. Bu nitelikler de ancak öğretimle ve eğitimle kazanılır.

Yabancı dili etkin biçimde okuma, yazma ve konuşma donanımına sahip olunması gerekliliğine değindiniz. Çocuklarımıza neden İngilizce öğretmeliyiz ve nasıl öğretmeliyiz? 

Çocuklarımız artık tam anlamıyla küresel bir dünyada yaşıyor. Erken yaşlarda uluslararası arkadaşlar edinebiliyor, filmlerden sosyal medya videolarına birçok içeriğe erişebiliyor ve çok kültürlü ortamlara dahil olabiliyorlar. Böylesi bir dünyada başarılı olmanın yolu da yabancı dili özellikle de Dünyada hakim yabancı dil olan İngilizceyi çok iyi bilmek, anlamak ve kullanmakta yatıyor. İngilizce eğitimine gelince, çocukluk, ergenlik ve bundan sonraki yaşlarda İngilizce öğrenmek belli metotların uygulanmasıyla gerçekleşir. Dil öğrenmek daha kapsamlı bir eğitim gerektirir. Ancak erken yaşlarda başlanan yabancı dil eğitimi her zaman daha avantajlı olacaktır. Yabancı dil öğrenmeye mümkün olan en erken yaşta başlamak, yalnızca dilin öğrenilmesindeki başarı açısından değil bireyin gelişimi açısından da önemlidir. Her yaş grubunun süreçte kendine özgü elverişlilikleri ve zorlukları bulunmaktadır. Çocuklar 6-7 yaşına yani beynin olgunluğa erişmesine kadar olan süreçte uygun koşullar sağlandığında dilleri tıpkı anadillerinde olduğu gibi doğal ve bilinçsiz bir şekilde edinme yetisine sahiptirler. Bu yaştan sonra ise beynin olgunlaşmasıyla birlikte yetişkinlerde olduğu gibi, bilinçli öğrenme mekanizması devreye girmektedir. Yabancı dil eğitiminde önemli olan yaş grubunun özeliklerini ve gereksinimlerini göz önünde bulundurarak öğrenimi planlamak ve uygun koşulları sağlamaktır. Elbette öğrenilen dile maruz kalma süresi, kullanılan materyaller ve etkinlikler de öğrenimde etkili parametreler olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Son olarak hocam, eğitime, okula dair ne demek istersiniz? İyi bir gelecek ve okul için neler yapmalıyız? 

Okullarımız akademik başarıya o kadar yoğunlaşıyor ki çocuklarımızı adeta bir yarışın içine sokuyoruz. Bunu yaparken de çocuklarımızın duyuşsal ve psikomotor becerilerini dikkate almıyoruz. Halbuki önceliğimiz iyi insanlar yetiştirmek olmalıdır. Her öğrencinin bireysel farklılıkları bulunmaktadır. Dolayısıyla her öğrenci akademik anlamda başarılı olamayabilir. Bu öğrencilerimizin de sanatsal, sportif anlamda yetenekleri olabilir. Burada öğrencilerin yeteneklerinin belirlenip yönlendirilmesi oldukça elzemdir. Ülkemiz için her bir çocuğumuz değerlidir. Hiçbir çocuğun önü eğitimde kesilmemeli ve her çocuğa eğitimde hakkaniyet sağlanmalıdır. Eğitim sistemimizde yaşadığımız birtakım sorunlar aşikardır. Ancak, aydınlık bir Türkiye için, çocuklarımızın çağdaş ve evrensel bir eğitime ve hayallerine kavuşması için öğretmenler her zaman ki gibi ellerinden geleni fazlasıyla yapacaktır. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi yeni nesiller bizim eserimiz olacak. Cumhuriyetin çocuklarını biz aydınlık zihinli öğretmenler yetiştirecektir.  

Son olarak…

Ben de teşekkür ederim. Keyifli bir sohbetti hocam. Paylaştığım fikirlerim şahsıma aittir, kurumsal olmadığını belirtmek isterim.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları