Şahin Aybek

Nitelikli üniversite için yükseköğretim nasıl yeniden yapılandırılabilir?

20 Aralık 2022 Salı

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serap Emil ile Türkiye üniversitelerinin ve yükseköğretim sisteminin mevcut sorunlarını ve yükseköğretimin nasıl yeniden yapılandırılabileceğini konuştuk.

“Birlikte yaşadığımız toplumun bütün olarak faydasına ve tüm üyeler için daha adil olmasının yolu eğitimden geçiyor. Eğitim-öğretim, yaptığı araştırmalar ve sonunda ürettiği bilgi ile kamu yararını ön planda tutan, bunların gerçekleşmesi için öğretim üyesi, öğrencisi ve personeli ile birlikte ortak karar alma ve yönetişim mekanizmalarını kullanan ve akademik liderler aracılığıyla çoğulcu akademik kültürü yaratan kurumlar olmalıdır üniversite.”

“Baskı, sansüre ugˆrama, cezalandırılma korkusu duymadan eles¸tirel biçimde aras¸tırma, ögˆretme, ögˆrenme ve üretilen bilgiyi yayma hakkı olarak akademik özgürlük üniversite tanımının özünde yer alır.”

Hocam üniversite neden önemli? 

Üniversitelerin de içinde bulunduğu yükseköğretim sistemleri, ülkelerin ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal kalkınmaları için kaldıraç olarak görülür. Üniversitelerde üretilen bilgi, verilen eğitim-öğretim ve topluma hizmet faaliyetlerinin bu alanlarda fayda veya artı-değer yaratması beklenir. Bu alanların her biri kendi başına önemli iken, kamuya doğrudan etkisi olan eğitim – öğretim ve mezun ettiği bireyler; bu bireylerin toplumun her türlü dönüşümünde yer alması olarak düşünülebilir. Nitelikli üniversite eğitimi sadece nitelikli iş gücü için gerekli değildir. Birlikte yaşadığımız toplumun bütün olarak faydasına ve tüm üyeler için daha adil olmasının yolu eğitimden geçiyor. Tabii burada tartışılması gereken “nitelikli eğitim”den ne anladığımızdır. 

Üniversiteler hakkında sürekli spekülasyonlar üretilen, değerinin azaldığı ya da gelecekte yok olacağı iddiası ile karşı karşıya kalan kurumlardır. Ancak modern üniversitenin başlangıcı kabul ettiğimiz 11. yy’dan bu yana üniversite, kilise ve devlet ile birlikte ayakta kalan ender kurumlardan biridir. Kökeni, öğretmenler ve öğrenciler birliğinden gelen ve ius ubique docendi diploması ile Avrupa’nın çeşitli yerlerinde öğretim yapma yetkisi veren üniversite bugün geldiği yer itibariyle bu özelliğini geri plana atmış (atmak zorunda bırakılmış) gibi duruyor. Tarihsel gelişimine baktığımızda von Humboldt modeli ile eğitim ve araştırma faaliyetlerinin en önemli iki eylem alanı olduğu üniversitede nitelikli eğitim-öğretim araştırmayı besleyen unsur olarak da düşünülebilir. Yıllar önce iyi üniversite öğretmeni kimdir? isimli bir araştırma için görüştüğüm ODTÜ Kimya’dan Prof. Dr. Metin Balcı hoca eğitim-öğretimi araştırmadan ayıramayacağını söylemişti. Yaptığı araştırmalar, verdiği dersler ile iyi araştırmacı yetiştirmenin birbirini desteklediğinden bahsetmişti. O nedenle bu iki faaliyet alanını bir bütün olarak düşünmek anlamlı olacaktır.  

Bu açıdan bakarak nitelikli üniversite kavramının bütüncül olarak ele alınması gerektiğini söylemek isterim. Eğitim-öğretim, yaptığı araştırmalar ve sonunda ürettiği bilgi ile kamu yararını ön planda tutan, bunların gerçekleşmesi için öğretim üyesi, öğrencisi ve personeli ile birlikte ortak karar alma ve yönetişim mekanizmalarını kullanan ve akademik liderler aracılığıyla çoğulcu akademik kültürü yaratan kurumlar olmalıdır üniversite. Bu kültürü değerlendireceğimiz zemin ise kamu yararı olmalıdır. Üniversitelerin öncelikle öğrencilerin yöneldikleri alanlarda kendilerini geliştirebilmeleri, mezuniyetleri sonrası toplumun üretken bireyleri olabilmeleri ve politika yapıcıların güncel sorunlara çözüm üretebilmeleri yönünde bilgi üretmesi kamu yararının en genel çerçevesini çizer. Türkiye’de niceliksel olarak oldukça yüksek bir sayıya ulaşan üniversitelerin bir kurum olarak niteliksel donanımları bu çerçeveden değerlendirilmelidir. Bu kurumlarda görev yapan araştırmacıların kamu yararını gözeten bilgi üretmek ve paylaşmak, araştırmacı yetiştirmek, yeniliklere ve değişimlere öncü olmasını beklememiz gerekir. 

Birkaç ay önce apartman görevlimiz ile şöyle ilginç bir konuşma geçti aramızda, bir öğretim üyesi olarak bu soruya nasıl cevap vereyim bilemedim. Oğlu iki (sayı ile 2) üniversite bitirmiş ve şu anda işsizmiş. En son babasına “keşke iki üniversiteye harcadığım para ile bir iş kursaydım, şimdi çok daha iyi bir yerde olurdum” demiş. Bu cümle, Türkiye yükseköğretiminin son 20 yıldaki durumunu özetlediği gibi oldukça düşündürücü.  Yükseköğretime harcanan emek, zaman ve kaynağın karşılığında üniversite mezunlarının bireysel ve mesleki kazanımları önemli bir soru iken, eğitimli insan profilinin ekonomik, toplumsal, kültürel ya da sosyal olarak topluma ne kazandırdığı da cevaplanması gereken bir soru olarak karışımızda duruyor. Üniversiteyi tartışmak işte bu yüzden önemli… 

Peki, Türkiye üniversitelerinin ve yükseköğretim sisteminin mevcut sorunları neler? 

Bundan yaklaşık 5 ay önce Boğaziçi Üniversitesi’ndeki meslektaşlarımızın öncülüğü ile biz de kendimize bu soruyu sorduk. Bir seferde cevap verilmesi mümkün olmayan bu soru, üniversite mensuplarının kurumlarına sahip çıkması, kendi anlayışlarını ortaya koyması için gerekli ve zamana yayılması gereken bir süreç. 

Tam da bu sebeple, 30 Haziran – 1 Temmuz tarihlerinde Bilim Akademisi Başkanı ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Canan Atılgan, Boğaziçi Üniversitesi Eski Rektörü Üstün Ergüder, ODTÜ Eski Rektör Yardımcısı H. Nevzat Özgüven ve İTÜ Eski Rektörü Gülsün Sagˆlamer hocalarımızın destek ve çağrısı ile “Türkiye Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması Çalıştayı”nı gerçekleştirdik. Türkiye yükseköğretiminin yeniden yapılandırılması ve çerçeve yasa konusunda yaklaşık 45 akademisyen birlikte düşündük, uzun uzun tartıştık ve Çalıştay Sonuç Raporu’nu hazırladık.  

Dünya üniversiteleriyle rekabet içinde olduğumuzu ve yukarıda yaptığımız nitelikli üniversite tartışması düşünüldüğünde konuşmamız gereken mevcut sorunlar aslında çok farklı. Ancak aşağıda bahsedeceğim başlıklar ışığında önceliğimiz yükseköğretim sisteminin içinde bulunduğu yasal, yapısal ve kültürel temelleri güçlendirmek olmalı. Sadece rektörlerin değil, üniversitede görev alan tüm yöneticilerin (akademik lider demeyi tercih ediyorum) nasıl belirlenmesi gerektiği sorusu çalıştayda idari özerklik başlığı altında detaylı bir şekilde tartışıldı. Bu konuda liyakat ve liderlik edeceği kurum çalışanlarının onayını alması temel kriterler olmalıdır.   

Mali özerklik başlığı altında, yıllar geçtikçe düşen yetersiz kaynaklar konusu ele alındı. Üniversite sayısı artarken, kaynaklar azaldı ki bunun en önemli göstergesi öğrenci başına harcanan oranın uluslararası oranın çok altında olması. Ayrıca yetersiz bütçelerin kalemlere bölünmesi ve kalemler arası ihtiyaca yönelik aktarım yapılamaması, esnek olması gereken mali yönetimin önünde bir engel olarak duruyor. 

Akademik özerklik, Türkiye yükseköğretiminin en yaralı olduğu konulardan birisi ve yukarıdaki iki başlıkla da ilişkili. Her türlü akademik konuda karar alma mekanizmalarının ve yapılanmasının özerk olamaması ve bunun sonucunda araştırma, eğitim ve topluma hizmet alanlarında siyasetin baskılarına göre şekillenmesi en temel sorun alanlarından biri. Kurumların amaç ve kültürüne uygun öğretim üyesi ve personel seçimi ve bu kişilerin mesleki gelişimi, üniversiteye alınan öğrenci seçiminden tutun da kontenjanların belirlenmesi, lisans ve lisansüstü eğitim ve araştırmanın gelişimine, eğitim-öğretimin içeriğinin belirlenmesinden araştırma konularının özgürce seçilmesi ve finanse edilmesine, üniversitenin toplumsal kalkınma ve dönüşümün bir parçası olmasına kadar geniş bir alanı etkiliyor akademik özerklik. Elbette tüm bu özerklik alanlarında istenen başına buyrukluk, ben yaptım oldu anlayışı değil, hesap verilebilirlik, şeffaflık ve ortak karar alma prensiplerinin işletilmesi gerekiyor. Bunun da katılımcı akademik ve idari yönetim yapısı ile sağlanacağını, denge ve denetleme mekanizmalarının çalışacağını düşünüyoruz.

Peki nasıl bir üniversite istiyoruz? 

Şunu özellikle belirtmek gerekir ki nitelikli, özgür ve özerk üniversite sadece Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ya da İTÜ gibi belirli üniversitelerin meselesi değildir. Sorunlarımız ve sorunlara çözümler üretmek, Türkiye yükseköğretiminin ortak meselesidir ve bu çalıştay bizim için bir başlangıçtır. Çalıştay ve sonucunda çıkan raporda, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği temel prensipler ve yukarıda bahsettiğim sorun alanları çerçevesinde 6 ana başlığı ele aldık. Raporun önsözünden şu cümle ile bu tartışmanın içeriğini özetleyebiliriz: 

“Baskı, sansüre uğrama, cezalandırılma korkusu duymadan eleştirel biçimde araştırma, öğretme, öğrenme ve üretilen bilgiyi yayma hakkı olarak akademik özgürlük üniversite tanımının özünde yer alır. 

Akademik özgürlüğün teminatı ise üniversite özerkliğidir ve üniversite için hayati öneme sahiptir. Üniversite özerkliğinin üç temel boyutu idari, mali ve akademik özerkliktir. Özerk üniversitenin şeffaf ve hesap verebilir olması, ancak katılımcı akademik yönetim, kalite güvencesi, akademik etik ve ortak değerlerin korunması ile sağlanır.” (Çalıştay Raporu, 2022, s.4)  

Bu başlıkları daha somutlaştırmak adına biz akademisyenler ve öğrenciler için günlük hayattaki karşılığına dair örnekler vermek iyi olabilir. 

Bir akademisyenin yaptığı araştırmada ve eğitim-öğretimde gözetmesi gereken ilk prensip, hakikatı aramak ve yaymak olmalıdır. Örneğin, yükseköğretim alanında araştırma yapan biri olarak, YÖK’ün varlığını, merkezi yönetimin üniversitelerde yarattığı krizi konuşmuyorsam işimi doğru yapmıyorum demektir. Doçentlik veya akademik teşvik gibi performans yönetim sistemlerinin puan toplayan Hugo gibi hissettirdiğini ve yarattığı yayın baskısına rağmen her zaman nitelikli bilgi üretimi ve eğitime neden olmadığını söylemem gerekir. Sayıları son yılda gereğinden hızla artan ve öğrenciler ve aileleri açısından bir nevi umut tacirliği yapan üniversitelerden ve toplumsal etkilerinden bahsetmiyorsam bunların sonuçlarını yaşayan apartman görevlisine bir cevabım olamaz… 

Öğrencilerim, ODTÜ’de okuyor olmalarına kıyasla yaşadıkları gelecek kaygısı, umutsuzluk ve kimi zaman çalışmaları nedeniyle derslere katılmıyorlarsa bunlar hiç olmuyormuş gibi derse girip, bir şeyler anlatıp, arkamı dönüp gidemem. Rektörlerin ve üniversite yönetimlerinin otoriter bir anlayışla araştırmacıların görevlerine son vermelerine, ya da araştırma, konferans gibi akademik etkinlere gitmelerini engellemelerine, öğrenci topluluklarının faaliyetlerine müdahale etmelerine, onların daha iyi üniversite eğitimi almaları için canla başla çalışmıyor olmalarına gözlerimi kapayamam. Ya da sırf proje başvurularında kabul alma ihtimalini artırsın diye pahalı teknolojileri kullanarak, eğitim-öğretimi veya araştırmayı desteklemeyen işler yapamam. Tüm bunların ortak noktası yaptığım işte kamu yararını gözetmek ve işime sahip çıkmaktır. Ve bu sahip çıkma meselesi sadece benim değil üniversitelerde bu işi yapan herkesin derdi olmalı diye düşünüyorum.  Bu nedenle https://univ-forum.org adresinde yayınladığımız raporu okumaya ve geribildirim vermeye davet ediyoruz. 

Somut olarak taleplerimiz neler?  

1.     Yeni bir yükseköğretim çerçevesi yasası şart! Çalıştay’da yer alan Prof. Dr. Yeşim Atamer hocanın “Bir Yükseköğretim Yasası neyi düzenlemeli (ve neyi düzenlememeli)?” başlıklı konuşması bu anlamda iyi bir başlangıç. 

2.     Yukarıda çokça bahsettiğimiz kamu yararını gözetmek ve geliştirmek temel ilke olarak alınmalıdır. 

3.     Merkeziyetçi anlayış yerine, yerinden yönetim anlayışı benimsenmeli; üniversiteler farklılıkları ve uzmanlıkları ile belirlenmiş özgün kimlikleri ile gelişmelidirler. 

4.     Öğrencilerin en başta akademik, sosyal, psikolojik, kültürel, sportif ve kariyer gelişimleri kurumların odak noktası olmalıdır. Onlara sunacağımız özgür eğitim-öğretim ve araştırma ortamı bu farklı alanlardaki gelişimlerini destekleyici olacaktır. 

5.     Sağlıklı bir rekabet ortamı, adil paylaşıma dayalı mekanizmalarla yaratılmalıdır. 

6.     Katılımcı akademik yönetim nitelikli üniversitenin olmazsa olmazıdır. 

7.     Araştırma odaklı üniversite, akademik özerklikleri gereği yapacağı araştırmaları, buna ilişkin yapılanmaları ortak yönetişim ilkeleri çerçevesinde kendisi belirler. 

8.     Üniversitelere yapılan kamu yatırımı kamu yararının da artmasını sağlayacaktır. Bunun dışında üniversiteler ulusal ve uluslararası araştırma fonlarına katılmaya yetkili kurullarının ortak, etik ve şeffaf olarak karar verirler. 

Son olarak, çalıştayda kolaylaştırıcı olarak bulunduğum Akademik Değerler masasının her şeyin özü olduğuna inanıyorum. Zira, yukarıda sunulan somut çözüm önerilerine ilişkin en çok eleştiri “Ama her yer ODTÜ, Boğaziçi değil (ki bizim üniversitelerde de ortak değerlerimiz ve kurum kültürümüz büyük yaralar aldı), mevcut üniversitelerde bu söylediklerinizi yapamazsınız” oluyor. Akademik değerler, akademisyenleri, öğrencileri, mezunları, idari personeli ve üniversite yönetimleri ile diğer tüm ilgili bileşenleri kapsıyor. Rapor boyunca değindiğimiz ve geliştirmeye açık olduğunu düşündüğümüz ortak bazı değerleri şu şekilde özetledik:

“Akademik faaliyetlerde etik ilkeler; insan-toplum-doğa odaklılık; evrensellik; kamu yararı; özerklik, özgürlük, bağımsızlık ve eşitlik; bireysel ve kolektif gelişim için dayanışma; şeffaflık ve katılımcılık; eleştirel düşünme; özgünlük; yaratıcılık; çoğulculuk ve temsilde eşitsizliklerin giderilmesi, liyakat ve her şeyden önemlisi hakikatı arama, gerçeklik ve dürüstlük amacında olmak.” (Çalıştay Raporu, 2022, s. 34-35).

Burada okuduklarınızdan sonra bunlar hiç gerçekçi fikirler değil diyebilirsiniz. O zaman cevap olarak Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filminden bir alıntı bitireyim sözlerimi: 

“Kafasında daha fazla fikir barındıran biri, diğerlerinden daha eylemci sayılır. Hiçbir şey yapmasa bile.” 

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları