Barış kokmayan barış çağrıları..

15 Eylül 2015 Salı

Yaşam boyu, Mehmet Ali Aybar’ın dünya ölçeğinde yeri olan “Güler yüzlü sosyalizm” siyasetine inanmış, solda DİSK içinde iğneyle kuyu kazılırcasına emeğe dayalı, işyeri sendikal savaşıma önderlik yapmış, “İnadına direniş” sloganı ile çıkarsız, koltuksuz savaşım vermiş, durması gereken, olması gereken her yerde olmayı bilmiş, sevgili sendikacı-siyasetçi-gazeteci dostum Uğur Cankoçak’ı özlemle anmak istemiş olabilirim..
El Kaide uzantıları terör örgütleri adına İstanbul’da arka arkaya patlayan, ölümlü bombaların ardından aydınların barış çağrılarıyla art arda mitingler düzenlenmişti.. Korku, duyarsızlık, barış hareketinin geçmişi, geleneğine karşın bir avuç insan toplanabiliyordu. Katılmcılardan daha kalabalık polis güvenliğinde Taksim Parkı’nın meydana bakan yüzünde bir avuç insanın eylem ve söylemleri sürerken, sağlığı çok bozuk olduğu halde hastaneden çıkışını yapmış Uğur, bir kenarda hasta, yorgun yüzüyle eylemi oturarak izliyordu.. Görevli bir genç polis dayanamamış, yanına yaklaşarak “Amca bu soğukta bu halinle burada ne işin var” sorusunu yöneltmişti. Uğur bildik, hep gür, öfkeli sesiyle, “Genç adam, çoluğun çocuğunun geleceği için savaştan korkması gereken sen, utanmadan barış için bir şeyler yapmaktan kaçıyorsan, yatağında rahat rahat uyuyabiliyorsan, ben yatağımda rahat yatabilir miyim?” yanıtını patlatmıştı..
O günlerin barış çağrılarının sesleri cılızdı, ama yine de içtenlik terazisinde tartıldıklarında, katılımcılarının içtenlikleri anlamında, hiç değilse barış kokusu saçabiliyorlardı. “Barışın kokusu mu olurmuş” anlamında, kimi okurların içlerinden gelen sorgulamaları duyar gibiyim.. Profesyonel bir gazeteci olarak, haberin, röportajın, yorum yazılarının da, kuru bilgilendirmelerin ötesinde, “haber kokularının” olmasını bekleyenlerdenim. İnsana, olaya, gerçeğe dokunabilme tadı ararım.. Dönemin rüzgârlarını yakalamış medya yıldızlığı, yandaşlık dili, sınırlı dönemler için kitleleri etkileme, güdülemede iş yarasalar da.. toplumların sağduyularının oluşumunda kalıcı izler bırakamazlar.. Mis kokulu yaseminin, güneşi az gören, yağmurlu ülkelerde kokusunu saçamadığını biliyor muydunuz?

***

Demem o ki insan hakları savunuculuğu, demorasisi gelişememiş ülkemizde, evrensel ölçeklerde, içtenlikli, güçlü, kokusu olan toplumsal duruşlarda hep bir eksiklik söz konusuydu.. Siyaset başta, toplumsal hak arayışlarında, kitlesel, toplumsal patlamalar, kötü gidişe “dur” diyebilecek çıkışların, caydırıcı etkisi güçlü, güzel koku saçanlarına çok sık rastlanmaz.. Günümüzde cepheleşme, güven bunalımının da katkıları ile, sadece cılızlık anlamında değil, gündeminin kokusunu saçabilen duruşların da çokluğundan söz etmek, örnekler vermek zor.. Barış çağrıları eylemlerinin sadece katılımcı örgütlenmelerinin güçsüzlüğü değil, içtenliğine ilişkin de güvensizlik, sorgulama söz konusu. Barış dili, sonuç olarak barışın kokusunu alabilmeye ilişkin sorunlarımızın olduğu apaçık..
Cumartesi, pazar günleri nerede ise ana haberlerin tümünü kapsar, tam gün canlı yayınlarla 13 yılı İktidalarının, AKP’nin kongresini izledik. Gerçekten iktidarı tüm kurumları ile ele geçirmiş bir partinin demokrasinin kuralları içinde bir genel kurulunun yapıldığı izlenimini, kokusunu alabildik mi? Oyların tamamını almış parti yönetimi seçiminden, demokratikliğe ilişkin bir esinti gelebildi mi?
Güneşi görememiş, kokusunu salamamış yaseminlerden beter bir nefes aldırmama halleri.. Orada, var olan parlamenter düzenin, hukukun gereği olamayan bir gücün görünmeyen elleri.. AKP’nin demokrasi içinde olması gereken örgüt dinamiklerinin hareket alanlarının tümünü felç etmiş gibi.. “AKP’lilerin kendi sorunları.. Sonuçta yapay çıkar dengeleri içinde, iç - dış odaklı, demokratik geleneği olmayan, inançlar başta, alt kimlikler çıkarları ittifakları ustalıklı dengeleri hesaplarında kurulmuş merkez partilerde çok sık görüldüğü üzere, bir dönem için ne kadar büyürse büyüsün kısa ömürlü olabilir..” deyip geçebilecek miyiz?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları