Madenci cinayetleri üzerinden son kâbusum..

25 Ekim 2022 Salı

17 Ekim günü Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yayımlanan madenci şehidimiz, Okan Akgün’ün küçücük kızının “Anne bak babam burada” sözleri ile tek parmağı havada diğer şehit arkadaşları da içinde gösterdiği, gözlerinin içi gülen güzelim fotoğrafına benziyor. Çocukluğumun en güzel yıllarının geçtiği dedemin evinin bahçesinde ne işi olabilir anlayamadım. Sanki tam görünmeyen bir mezar taşının önünde, elinde topladığı papatyalar, hani mezarlarımızda olan kuşlar için yapılmış su kabının içine yerleştiriyor.

Kaç gündür gün ağarırken aynı rüyadan uyanarak gözlerimi açtığımı saymamışım. Dün sabahkinden de uyandığımda hiç de bilim insanlarının benzer rüyalar için adını koydukları kâbusa benzemediğini, gülümseyerek gözlerimi açtığımın ayrımına varıyorum. Çocukların günahsız gülüşleri ile acıyı bal eyledikleri özdeyişimiz boşuna değilmiş. Yaşamımın zamanın yetmediği koşturmacası içindeki yıllardır görüp durmakta olduğum kâbuslarıma hiç benzemiyor. Yorgunluk duygusu içinde öncelik sıralamasına aldığım işlerin çoğunluğunu yapamamış olmanın kaygısı öne çıkmış uyanırım. Günlerin yetmediği, yarım kalmış işlerin kargaşası egemendir.

Kâbus duygusundan eser göremediğim bu son kâbusumun anlamı ne olabilir? Madencilerin cinayetlere kurban edildikleri diğer patlamalardan farklı, bizi kâbuslarımızdan uyandırabilecek bir boyut, tünelin ucunda bir ışık mı söz konusu?

***

Her zamanki gibi gazeteye varmadan ön hazırlık için iPad’imden haberler, gelen postaların taramasını yaparken bir yandan da televizyonu açmış olarak en son gelişmeleri izlemeye çalışıyorum. Gazeteden arkadaşlarım sonunda kamuoyundan kaçıp duran TKİ genel müdürüne ulaşabilmişler. Bir iki cümle ile çok yoğun işleri nedeniyle söyleyecek sözü olmadığında ısrarlı olunca, istifayı düşünüp düşünmediğini sorgulamışlar. Bilemeyeceği yolundaki yanıtı en yukarıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başlayan iradeye bakacağı anlamına geliyor. Oysa bu kadar çok belgeli raporlar, gelişmelerin söz konusu olduğu bir olayda, hiç değilse soruşturmaların sonucuna kadar geçici görevden alınma zorunluluğu olması gerekiyor.

Bir yandan da açtığım televizyondan güncel gelişmelerin haberleri ulaşıyor. Akıl alacak gibi değil ön plana çıkarılan yeni gündemde, gerçeğinde çok olumlu, müjdeli gelişmelerin habercisi gibi bir adım var. Ülkemizin 12 Eylül sürecinde en ağır işkencelerin merkezi haline getirilmiş Diyarbakır Cezaevi için müze yapılması kararı, cumhurbaşkanlığı müjdesi olarak duyuruluyor. İlk algı da insan hakları odaklı gibi. Oysa her zamanki gibi şeytan ayrıntıda gizli. İnsan hakları müzesi yerine Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğunda işletilecek çok kapsamlı bir müzeyi içeriyor. Elbette muhalefetten eleştiriler öne çıkıyor.

***

İçinde olduğum tanıklıklar içindeki şu ters raslantıya hele bir bakın; Uzun yıllar içinde görev yaptığım TGS adına 12 Eylül öncesinden yaptırdığımız Bingöl köylerinden bir ilkokulun açılışı gündemli hazır bölgeye gitmişken gazeteye dönük yaptığım yazı dizisi yayımlanmış olduğu için gündemimizin dışında kalabilir. Ancak karşılaştığım bölgenin kaçakçılıkla geçinen bir aile reisi dertleşirken eşinin Türkçe bilmemesi nedeni ile tutuklu oğlu ile cezaevi görüşünde konuşmaya çalıştığında askerlerin coplarına hedef olmasından yakınıyor.

Diyarbakır’ın kurtuluş törenlerinde askerlerin bir avuç törene katılan resmi görevliyi koruma gerekçeli, kaldırımlardan yürüyen sivil halka dönük silahlarını çekmiş halleri üzücü bir görüntü yaratıyor.

Kuşatma altındaki Diyarbakır Üniversitesi’nde gençlerin yaptıkları Tıp Bayramı törenindeki meydan okuma şovu bile ayrıntı, çok daha çarpıcısı fiilen yaşanan ağalık düzeni üzerinden siyasal İslamcı ile Kürtçülük üzerinden çarpık çatışmaların boyutları ürkütücü. Yüz yüze “Sizin şu cinayetinize karşılık bizim yanıtımız da bu oldu” anlamında öğrenciler arasında geçen karşılıklı açıklamalar. Jandarma, silahlı ablukada yaşanabilirliği akıl alıcı gibi değil. Irak’tan kaçanların toplandığı peşmerge kampı üzerinden diyaloglar çok daha dudak uçurtucu..

***

Ne menem çelişkilerdir ki.. Ankara’ya döndüğümde Türk-İş Başkanı Şevket Yılmaz ile Şide’nin Türk-İş’in uluslararası örgütler üyeliği kurtarılmak üzere zoraki görevden alınması sonrası Zonguldak büyük madenci direnişini yürütecek olan lideri Şemsi Denizer’in yönetimde öne çıkması. İkisine birden 12 Eylül’ün bu kanlı Diyarbakır Cezaevi icraatları odaklı, bölgede çatışmacılık, cinayetler üzerinden devşirilmekte olan illegal örgütlenme ortamını, gelecekte olası patlamaları anlatmaya çabalıyorum. Kaygılı, yanıtsız “O kadar mı kötü?” sorgulamalarını gözlerinden okuyorum..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları