Ali Sirmen’e mektup...

21 Mart 2024 Perşembe

Canım arkadaşım, meslektaşım, yoldaşım, omuzdaşım, umuttaşım, destektaşım Ali. Biliyorum bu mektubu hiç okumayacaksın. Zaten günümüzde kimse kimseye mektup yazmaz oldu. Cümle kurmaya vakti yok insanların, telefonda simgelerle duygularını iletme derdindeler. Okuyamayacak olsan da zarar yok. İçim rahat, yukarıda, ilk cümlede sıraladığım sözcükleri sen bu dünyadayken de sana bol bol ilettim, söyledim, yazdım.

Seninle yollarımız ilk kez şu güzel ülkemizde, üç güzel insanı, “üç fidan”ı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı idam etme vahşeti ilerlerken, idam karşıtı kampanyalarda kesişti. Hayır o vahşeti önleyemedik ama 12 Mart 1971 darbesinden sen de payını aldın. 1972’den başlayarak kurucuları arasında olduğum Milliyet Sanat dergisinin en büyük destekçilerinden oldun. Derken 1974’te Muhsin Ertuğrul’un İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, benim yazdığım, Beklan Algan’ın sahnelediği “Adsız Oyun” yasaklanınca sen, koskoca Ali Sirmen yasağa karşı kampanya başlattın. Sonra 12 Eylül 1980 faşist darbesi zavallı milletimizin üzerinden silindir gibi geçerken, dişlileri arasında seni ve barış sevdalılarını da dişlileri arasında yok etmeye çalıştı. (Böyle ilerlersem bu mektup hiç bitmez.)

Zekâ-birikim-mizah

Söylemek istediğim şu canım Ali, seni tanıdım tanıyalı sen bir dava insanısın. Ancak tanıdığım tüm dava insanlarından önemli bir farkın var: Çok yönlülüğün ve hani neredeyse bir “şövalye ruhu”...

Bence kişiliğini bileyen üç önemli öğe var: Yaratıcı zekân, o uçsuz bucaksız kültür birikimin ve eşsiz mizah duygun ve gücün.

Zekânın özünde, Cumhuriyet felsefesini içselleştirmiş ve özümsemiş olman var. Bağımsızlığa, barışa, eşitliğe, hak ve hukuka, laiklik ilkesine sımsıkı sarılman; bunları basma kalıp genel geçer klişelerle değil, yaratıcılığınla bütünleyerek, irdeleyerek ele alıp savunman yatardı. Tüm yazıların ve konuşmaların tanığımdır.

Engin kültür birikimini, başta Türk ve Fransız edebiyatı olmak üzere, dünya edebiyatı, tiyatro, sinema, müzik, opera tutkunla, tüm güzel sanatlar, yemek ve mutfak kültürüyle de beslemiş ve zenginleştirmiştin. Yazılarında o nedenle edebiyat tadı vardır.

O eşsiz mizah duyguna ve gücüne gelince. (Mizahtan çok ironi gücü). İşte orada bir hınzırlık vardı. Asla kendini değil, baş koyduğun davayı, yaptığın işi önemsemenden kaynaklanan, zekânla ve kültür birikiminle beslediğin bir güç. O ciddi görünümün gerisinde, afacan çocuk neşesi ve eleştirel ironi... Sohbetlerine bu nedenle doyum olmazdı.

Kafkaesk günlerden yaşama sevincine

Sevgili, canım Ali, geriye kalıyor sayısız anı, gözümün önünden gitmeyen binlerce “fotoğraf”.

80’lerin başı, Barış Derneği davası: Her duruşmada orada basın bölümündeyim. “Bizim beyaz meleğimizsin” diye sesleniyor içinizden biri. Sonra her “suçlu”, dinleyici sıralarındaki sevgililerine, eşlerine, hiç ses çıkarmadan dudaklarıyla “Se-ni-se-viyo-rum” sözcüklerini heceliyor. (Henüz parmaklarla kalp işareti keşfedilmemiş!) Sen şanslısın çünkü senin eşin Mine avukatın aynı zamanda. Yanında! Kafka’yı kıskandıracak Kafkaesk günler yaşıyoruz.

Biricik Onat Kutlar’ımız, siz barış tutuklularına “Yeter ki Kararmasın” başlığı altında mektuplar yazıyor, dergimin her sayısında yayımlıyoruz. Yalnız değilsiniz! üç yılını çalıyor senden devletimiz!

90’larda Fransız Sarayı’nda, sana, Atilla Dorsay ve bana, Fransız Eğitim Bakanlığı birer madalya takıyor: “Sanat ve Kültür Şövalyesi” madalyası...

90’larda Cumhuriyet’in iç çatışmalarından birinde Uğur Mumcu, Oktay Akbal ve sen ayrılıp Milliyet’e geliyorsunuz! Yaşasın, odalarımız yan yana! Sonra 2001 yılında, 33 yıl aralıksız çalıştığım Milliyet’ten kovulduğumda, İlhan ağabey ve sen beni ilk arayan, “Hadi gel!” diyensiniz. O gün bugün her gazete krizinde, “Siz de ayrılın, Cumhuriyet’i terk edin!” baskıları geldiğinde, danıştığım ilk insan yine sensin!

En çok buluşmalarımız, yaşamı kucakladığımız, köpürttüğümüz anlar: Tiyatro, konser salonları, dostlar arasında, mutluluk ve sohbet sofralarında. Senin Mine’nle, benim Ahmet’imin birbirlerini çok sevip iyi anlaşmaları ise ikimizin de yaşama sevincini çoğaltıyor.

Bahar dalları daha yeni çiçek açmışken, erguvanlar çıldırmak üzereyken senin de gittiğini görmek çok zor Alicim. Ama tek tesellim, sevgilin Mine’ye kavuşman. Geriye kalan... Hoşça kal canım arkadaşım. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları