İnsanlığımızı ve Düşlerimizi Anımsamak...

31 Ağustos 2014 Pazar

Ülkem politikayla yatıp kalkarken “Yeni Türkiye” adı altında geriye yönelirken, benim geçen hafta boyunca tutup Salzburg Festivali izlenimlerimi sizlerle paylaşıyor olmam içimde endişe yaratmıyor değildi. Sizlerden gelen, “Siyasetin kara bulutları arasında boğulduğumuz şu günlerde...” diye başlayan “Bize insan olduğumuzu hatırlatan sanat olayları” diye devam eden; “İyi ki sanat var, hep sanat konuları yazın” diye biten mektuplarınız, mesajlarınızla içimi rahatlattınız. Hem zaten, insanlığımızı unutmamak, düşlerimize sahip çıkmak, insanın yaratıcılığına inanabilmek için sanata sığınmaktan başka çaremiz yok! Öyleyse devam!
94. Salzburg Festivali bugün bitti. Festival yönetimi açıkladı: 40 günde, 74 ülkeden 270 bin izleyici. Yüzde 93 doluluk oranı. Çocuklara yönelik etkinlikleri izleyen 5 bin çocuk. 5 bin öğrenciye indirimli bilet. Onlarca CD ile DVD kaydının satışa çıkması. 30 ülkeye radyo ve televizyon yayını. Sivil toplum kuruluşlarına provaları ücretsiz izleme olanağı. Açık havaya kurulan dev perdede (Siemens Festival Geceleri) geçmiş festivallerin başeserlerini ücretsiz seyretme olanağını bulan 70 bin izleyici... Festivali izleyen 33 ülkeden 520 gazeteci...
Sanatın gerekliliği
Bu sayılar hem olayın büyüklüğünü ortaya koyuyor; hem de başarının ipuçlarını veriyor. Yukarıdaki her cümlenin gerisinde büyük bir çaba, emek, maddi olanak (başta devlet ve yerel yönetim ve sponsorlar, bağışlar) hem de ama aynı zamanda sanatın gerekliliğine, su gibi ekmek gibi gerekliliğine inanç var.
En önemlisi, bu inancı besleyen devlet politikaları var. Bu inancı genç kuşaklara aşılayan eğitim sistemi var. (Ne kadar gülünç şeylerden söz ediyorum değil mi!!! Ben en iyisi yine festivale döneyim.) Benim dört günlük Salzburg Festivali’ni taçlandıran iki de konser vardı. İkisi de Türkiye’deki müzikseverlerin yabancısı değildi.
Daniel Barenboim ve Doğu-Batı Divan
Usta Maestro’nun Edward Said’le kurduğu, İsrail ile Filistinli gençlerden oluşturduğu ve yönettiği “Doğu-Batı Divan Orkestrası”ndan Mozart ve Ravel dinlemek mutluluktu. Ama programın çarpıcı yanı Barenboim’in ısmarladığı, iki genç çağdaş bestecinin eserleriydi.
İsrailli besteci Ayal Adler’den (d.1968) “Resonating Sounds” (“Çınlayan sesler” diyebiliriz) vurmalılar egemenliğinde acıyla kahkahayı, farklı renkleri ve gölgeleri birleştiren çok zengin bir eserdi. Ve Barenboim’e adanmıştı.
Suriyeli Karim Rustom (d.1971), Edward Said’e adadığı “Ramal” adlı eseri çok geniş bir yelpazeye yayılan, Al Farabi’nin dizelerine yaslanan, haykırışlarla, şiirsellik arasında gezinen bir eserdi.
İki besteci de konserdeydi. Alkışlar dinmek bilmedi, adeta konser kadar uzun “bis” (tekrar) yaptılar. Ama bu kez milletin ayakta dinlediği ve coştuğu Bizet’nin “Carmen Suiti”... O çılgınca alkışlar, müzikten, orkestradan çok düşünceyeydi, barışaydı, umudaydı...
Viyana Filarmoni’ye dans ettiren
Dudamel Dünyanın en iyi (nefret ederim bu deyişten) ve aynı zamanda en ciddi, en disiplinli orkestrası sayılan Viyana Filarmoni Orkestrası’nın sahnede çalgılarıyla dans edeceklerini söyleseler inanmazdım. Ama yaptılar. Onları dans ettiren günümüzün belki de en karizmatik şefi Gustavo Dudamel’den başkası değildi. Venezüella’dan yola çıkıp dünyayı fetheden “El Sistema” ile yıldızı parlayan; Bolivar Orkestrası’nın daimi şefi Dudamel, Richard Strauss’un “Zerdüşt Böyle Dedi”sini ya da René Staar’ın çağdaş bestesini yönetirken, hep o bildiğimiz fişek parçasıydı. O bir volkandan farksızdı, orkestra mükemmelin doruğundaydı. İkisi bir bütündü...
Salzburg Festivali sona erdi. Bize gelince: Kavgaya devam...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dans hayattır 2 Mayıs 2024
Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları