Sakın unutma, mektup yaz!

06 Ocak 2022 Perşembe

“Sakın unutma, mektup yaz!” Böyle seslenirdi arkamdan annem, babam ben daha çocukken. Üniversite yıllarında en yakın dostluklarım mektuplaştıklarımdı. Derken âşık oldum, mektup bekleyerek aşkımı çoğalttım... Sonra mektup yaza yaza âşık oldum. Mektuplar yalnızlığımdı. Mektuplar çoğulluğumdu. Yaşamımın en önemli parçası oldu mektuplar! Sonra... Bir de baktım, mektup denen şey ortadan kalkıverdi! (Eyvah! Şimdiki gençler nasıl âşık olacak?!) 

Mektup, telgraf, posta bitti! Yok yok yok! Goethe, Kafka, Milena, Felice, Dostoyevski, Verlaine, Rilke, Rosa Luxemburg, Gorki, Çehov, Nâzım Hikmet, Hürrem Sultan, George Sand, Bedri Rahmi, Ahmed Arif, Orhan Veli, Cemal Süreya, iyi ki bugünlerde yaşamadınız... Dünya edebiyatı ne kadar cılızlaşırdı... 

Günümüzde bilmem kaç vuruşla “tweet” atmak tercih ediliyor. O bile çok! Bir işaret yetiveriyor! 

Bugün en çok mektup yazanlar hapistekiler. Bütün bu girizgâhı bu son cümle için yazdım. Yukarıda sıraladığım isimlere ait tüm mektupları okumanızı önermek için de!    

HAPİSHANELERDEN 

Hapishanelerden gelen sayısız mektup arasında çaresizliği yaşıyorum. Her birinde beni can evimden yakalayan, sarsan birkaç tümce mutlak bulunuyor. 

Örneğin “Çıplak aramada tüm kitap ve defterlerime el konuldu” diyen bir öğretmen... Örneğin “Cumhuriyet gazetesinin kitap eki dergi sayıldığı için bize verilmiyor” diyen bir öğrenci... “Ben de sizin çocuğunuz ya da torununuz olabilirdim” diyenler...

Örneğin “15 Temmuz’dan beri cezaevinde olan 300 Hava Harp Okulu öğrencisinden biriyim. O tarihte 1. sınıf öğrencisiydim. Okula dönüyoruz diye bindiğim otobüs, karakol aktarmalı Silivri’ye geldi” diye başlayan ve yeryüzünün en mantıklı, en akla yakın, şu tümceyle devam eden: 

“Dünyanın her yerinde, temel seviyede askeri bilgisi olan herkes bilir ki, hiyerarşik yapının en altında olan erler ve askeri öğrenciler soruşturmaya ve kovuşturmaya gerek olmaksızın böyle bir olaydan sorumlu tutulamayacaklarından beraat etmelidirler.” 

Ah yavrum, bu gerçeği bilmek için askeri bilgi gerekmiyor! Komutan emir verince “Hayır, ben gelmiyorum, emre karşı çıkıyorum” demeniz mi bekleniyordu acaba! 

DIŞARIDAN 

Hapishane mektuplarını okudukça dışarıdaki tutsaklığı da anlıyorsunuz! Hapistekilerin yakınları, sevenleri! 12 Eylül faşist dönemden beri kafamdaki soru: İçeridekiler için mi daha zor, yoksa dışarıda olan yakınlar için mi? Bilemiyorum...

Şu son dönemlerde bir de şu var: Koşullar ne olursa olsun, içeridekilerin de dışarıdakilerin de umudu hiç dinmiyor. 

“Ben Perit’in annesiyim” diye başlıyordu Cansen Özen’in mektubu. Kayyum şikâyetiyle hapsedilen iki Boğaziçili öğrenci Berke ve Perit.. Onlara ilişkin yazılarım üzerine her satırı yüreğime işleyen ışık ve umudu paylaşıyordu anne Cansen. 

Ayşe Buğra’nın “Yıl sonu” yazım üzerine bana yazdığı mektup ise yine bilgelik doluydu. İşte iki tümce:

“Yapabildiğim tek şey, yaşadıklarımızın beni olduğumdan başka bir insan olmaya zorlamasını engellemeye çalışmaktan ibaretti. Kendim olarak kalmaya gayet ettim, zannediyorum Osman da bunu yaptı. Gördüğümüz destek olmasaydı, sizler olmasaydınız, çok daha zor olurdu bu, ama dayanmaktan başka seçenek yoktu, biz de dayandık. Hepsi o kadar.” 

EN BÜYÜK ARMAĞAN

Her mektup bir armağan. Okurum 1980 doğumlu Fikret Yılmaz’ın mektubu ise armağanları zirveye taşıdı. Sahaflarda “Esintiler 80’li Yıllar” kitabıma rastlamış, 5 lira verip almış! Okuduğu her yazıdan sonra araştırmalar yapmış! 

“Yaş itibarıyla bebekliğimin son, çocukluğumun ilk yıllarına rast gelen bu dönemi sanat ve kültür üzerinden sizin sayenizde okumak bana çok iyi geldi. (...) Tesadüf eseri karşılaştığım ve bana maliyeti 5 TL olan bir kitabın kültürel anlamda bana çok fazla değer katacağını, kitabı satın alırken tahmin bile edemezdim. Bu yüzden size bu maili atarak teşekkür etmek istedim.” 

Asıl teşekkür, benden sizlere! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları