‘Tanrı ışıktır’

06 Şubat 2015 Cuma

Beyazperde ve tuvalde Turner fırtınası...


Dünya resim sanatının büyük ustalarından William Turner’ın yaşamına ve sanatına odaklanmış “Mr. Turner- Bay Turner” filmi bir haftadır sinemalarda gösterimde.
Mike Leigh’in yazıp yönettiği filmi Sungu Çapan geçen hafta ayrıntılarıyla irdelemişti. O nedenle günümüzde alışık olmadığımız türde, kendi ritmi ve olağanüstü görselliği ve yine olağanüstü oyunculuğu olan filme geri dönmeyeceğim. Sadece bir ışık ve renk ustasının, bir ressamın yaşamını, yaratıcılığını değil aynı zamanda 18., 19. yüzyıl İngiltere’sini, sanat-toplum ilişkisini çarpıcı biçimde ortaya koyan filmi kaçırmayın diyeceğim. Turner’ı canlandıran Timothy Spall’ın Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülü aldığını da hatırlatırım...

Son yılların eserleri
Londra’da Tate Britain müzesi, Turner’ın son yıllarına ayrılmış dev bir sergi düzenledi. 1775-1881 yılları arasında yaşayan ustanın 60 yaşından sonra yaptığı resimleri, dünyanın belli başlı müzelerinden de toplayarak bir araya getirdi. Görmek fırsatını bulduğum serginin başlığı “Geç Dönem Turner”; alt başlığı ise “Özgürlüğe kavuşmuş resimler”di...
Bu sergiyle sadece Turner’ın atmışından sonraki verimliliği ve yaratıcılığı değil, aynı zamanda şimdiye dek ona tutturulmuş bütün etiketlerin de, varsayımların da yetersiz, yanlış, eksik olduğu ortaya konmak istenmişti. (Bu varsayımlar arasında akli dengesini kaybettiğini de içeriyor.)
Benim için Turner, her zaman doğadaki patlamaların, fırtınaların, daha doğrusu doğadaki “Drama”nın ressamıydı... (Denizlerini, deniz kazalarını, dalgaları düşünün hele) Oysa bu kez belki de ilk olarak onun son dönem eserlerine bakarken özellikle suluboya eserlerine bakarken, onun ne denli modernist bir yaklaşıma sahip olduğunu gördüm... O artık benim için hep ışığın ve renklerin saydamlığının ressamı olacak...

Görünür ile görünmez
Kraliyet Akademisi’yle ilişkisini hiç kesmeyen ressam, bir başka açıdan da çok ilginç. Adeta performans sanatının da öncülerinden. Kimi eserlerini, serginin açılışında, akademisyenlerin, ziyaretçilerin önünde tamamlıyor. (Bu özelliği ve başka ressamlarla, eleştirmenlerle ilişkileri, filmde harika sahnelerle verilmişti.) Sergiye dönüyorum: Turner 70’inden sonra da yolculuklarını sürdürüyor. Ama niyeti bir yeri betimlemek ya da izlenimlerini aktarmak değil, ışığın milyonlarca olasılığından birini yakalamak... Işığın değişimini, havanın etkilerini, suları; buluta, havaya, toza yansıyanı yakalamak... Bunu adeta kendisiyle hesaplaşarak yapıyor. Geçmişiyle, önceki tablolarıyla, anılarıyla hesaplaşarak, geleceğe meydan okuyarak. Örneğin yıllar sonra yeniden resmettiği “Northam Kalesi, Gündoğumu...”
Son yıllarında ayrıntılardan iyice arınmış. Ayrıca ışığı ve rengi öylesine saydamlaştırmış ki, sanki tuvallere boşluklar egemen, görünenle görünmeyen birbirine karışıyor. Washington’dan getirilen “Venedik’e Yaklaşırken” tablosu tanığımdır... Gökyüzüyle deniz arasında sıkışmış bir Venedik düşle gerçek arası, göze hem görünen hem görünmeyen...
Hem filmi görün, hem de internete girip tabloları önünde düş kurun... Rivayet o ki, elinde eskiz defteri ölmeden önce Turner’ın son sözleri “Tanrı, ışıktır” olmuş. Doğru söze ne denir. Tanrı bizi ışıksız bırakmasın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dans hayattır 2 Mayıs 2024
Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları